Tuesday, October 16, 2007

güm güm de güm güm... saltanat, hilafet mülgadır

tayyib efendi hazretlerine başvekil mevkii yetmedi galiba... bazan ciddi ciddi padişah ya da halife edalarıyla konuşmakta.

hatırlıyor musunuz, ampullü partisinin bayram öncesi yaptığı toplantıda kendini hayran hayran dinleyen, ne dese alkışlara boğan, böyle cilaladıkça da onu coşturan taraftarlarına nasıl nutuk atmakta idi: "biiiizz, yalnız müslümana değil, hıristiyana, museviye, hatta varsa budiste ve ateiste de hizmet ederiz... herkese hizmet ederiz, çünkü bu bizim tarihimizde var... bu bizim tarihimizden gelen adetimiz"...

önce şunu anımsatayım: osmanlı'dan bahsetmekte ise, atalarımızın gayri müslim ahaliye "hizmet" götürmesi tartışmalı bir konudur. kişisel ilişkiler tabii ki farklılık arzedebilir ama kurumsal düzlemde başka dinden olanlara yönelik olumlu uygulamalar, en iyi ihtimalle, "zorakî" diye nitelenebilir. şu çok meşhur "hoşgörü", yani müsamaha iddiası da, gerçeğin kendini beğenmiş, sevimli görünme çabasında bir tahrifatından ibarettir. tanzimata (1939) kadar kiliselerin çanları bile, tunçtan dökülmek yerine tahtadan oyulmuştur; dar-ül islamda çan sesi olmaz deyû. hatırlarsanız, o ataların torunlarının torunları da, on yıl kadar evvel çankaya'yı ezan-kaya yapmaya soyunmuşlardı da, heveslerinin üstünden tanklar geçmişti...

özetle, batı'nın tembih, telkin ve tehdidi ile tanzimat fermanı okunana kadar, tayyib efendinin tarihinde öyle başka dinden olana müsamaha, hele hele dinsize allahsıza tahammül, zırnık kadar belki yer tutmakta idi. velev kiiii... varsayalım, tayyib efendi haklı olsun, son 200 yılın tarihine bakıp da dinî çoğulculuk konusunda nisbeten esnekleşen tutumdan etkilensin ve referans alsın... yine de, laik-seküler mantığı benimseyen, iyi kötü bir tarih duyusu geliştirebilen, modern eğilimli bir dimağ için, ettiği laf, laf değildir. laf değildirden öte, türkiye cumhuriyeti hukukunu da pek kaale almamaktadır...

şöyle ki:

1. tayyib efendi, memleketin başvekili olarak, dinî, ırkî, mahallî vs. hiç bir ayırım gözetmeksizin ezcümle türk vatandaşlarına ve dahî, türkiye cumhuriyeti hükümranlık sınırları dahilindeki her hangi bir yerde ziyaretçi, görevli vs. sıfatla yasal olarak ve yasalarımızın şemsiyesi altında bulunan her yabancı ülke vatandaşına da hizmet etmeye mecburdur.
2. mecburdur, çünkü bunu, türkiye cumhuriyeti'nin anayasası, türk icra heyetinin yani hükümetin görevi olarak öngörmektedir.
3. öngörmektedir, çünkü çankaya'yı ezan-kaya yapmaya soyunanların tüm çabalarına rağmen, türkiye cumhuriyeti iyi-kötü bir anayasal hukuk devletidir. anayasası da, sonsuz eksiklerle dolu, ceberrut bir hukukî metin ise de, laik - seküler esaslara dayanır; yani, hiç bir dinî veya lâ-dinî aidiyete, etnik kökene, tarihe, adede, geleneğe, talim ve terbiye görmüşlüğe vs. imtiyaz tanımayan, herkesi zaten eşit sayan bir anayasadır.
4. tarihinden eşitlikçi dersler çıkaran tayyib efendi değil de, barbar ataları ile övünen, avamdan hiç hazzetmeyen, gayetle snob üstelik de din konusunda bayağı nobran ve müşkülpesent (*) bendeniz dahî başvekil makamında otursam, anayasa icabı bütün inançlar ve inananlar/inançsızlar arasındaki, hizmete esas teşkil eden o hukukî eşitliği gözeterek davranmak ile mükellefim demektir.

sonuçta da; tayyib efendi o eşitlikçi anayasayı koruyacağına şerefi üzerine yemin de etmiştir.

eee? o zaman, başvekil tayyib efendi, attığı nutukta ayırım yapmaksızın, her dine yatkın ve de dinsiz ve dahî allahsız bil-umum vatan evladına hizmet edeceğini beyan eylerken, neden acaba kendisine zaten o görevi yükleyen anayasaya, türkiye'nin hukuk devleti olma özelliğine, vatandaşın hukukuna ve bahusus eşit hizmet alma hakkına değil de, açık açık değilse bile, ima yoluyla islamî geleneğe atıfta bulunan "tarih" kavramına dayandırır ki "argüman"ını?

üstelik, dedim ya, hiç bir orijinal yanı da yok gizli dinî referanslar ile süslediği bu "hoşgörü"nün (**). biraz özendiği anlaşılan devr-i saadette, gülhane hat-tı hümayunu okundukta, "büyük" lakablı mustafa reşit paşa sokak aralarına dellal salmış... davul çalıp haykırsınlar da müslüman ahali olan bitenden haber alsın deyû: "ey ahaliiiii... güm güm de güm güm..." diye haykırırmış dellâllar. "duyduk duymadık demaaaaaannn... güm güm de güm güm... bundan böyleeeee... güm güm güm de güm güm... gâvura gavur demek yasaktıııır... güm güm de güm güm..."

aaah ah... çankaya'yı ezan-kaya yapmaya soyunanların pek hoşuna gitmeyecek bu hatırlatmam amma... güm güm de güm güm... heyhat!.. güm güm güm de güm güm... cumhuriyet bir asırlık ömrü idrak etmek üzerediiiiirrr.... memlekette saltanat ve hilafet mülgadır (***)... güm güm de güm güm, güm güm de güm güm!

---------
(*) ve de bil-umum dünyevi ve uhrevî kudretlere şükür, asla taht hırsı taşımadığı için, kel başı rahat...
(**) "hoşgörü" uydurukçamızdaki en uyduruk ve en sevimsiz laflardan biri. öncelikle, gûyâ "öztürkçe" olsun diye zorlana zorlana biraraya getirilen değişik dillerden kelime ve kelime parçaları kullanılarak inşa edilmiş. "hoş", farsça. "görü" de hiç bir dilde yok ama anlaşılan türkçe "görmek" fiilinden/kökünden sündürülerek iğdiş edilmiş, hareme konmuş. bu şekilde uysa da uymasa da uydurulmuş olmaktan öte, "hoşgörü" anlam olarak da kötü. eşitlik düşmanı; bakıp da "hoş" gören tarafı üstün varsayan bir tatava. ne yani? ben aslında hoş moş olmayacağım da, sen bana bakıp da hoşmuşum gibi göreceksin haa? hele bak hoşafa!
(***) ilga edilmiş, kaldırılmış, hukukî varlığına son verilmiş

No comments: