Thursday, August 28, 2008

ilhan berk

eski bir han kapısı

hani sana eski bir han kapısı göstermiştim
ölümün sanki çağdaş bir cesedi gibi kaldı sende
bakamamıştın hani
belki benim, belki de kendi bırakılmışlığın geldi aklına
ölümüm belki de.

(ilhan berk, kül, 1978)

bodrum'dan, dünyanın tüm hakîki madinalarından ve güzel şiirlerden hemşehrim ilhan hocamıza güle güle.

...........
ben ki o kadar çok sevdim
yıkıldım ki o kadar
bir cehennemim artık.

...........
varsın ol be hocam! bize dünyayı cennet yapmak için şiirler bıraktın, duyguların cehennemine serin nefesler üfledin ya, cehennem de olsan, mekânın gönlümüzde cennet.

güle güle, ölümde bile.

kâğıt kaplan rusya

urusya, kafkasya denen o ezelî cehennemi birbirine kattı. burnumuzun dibinde olan bitene biz de kovboy filmi seyreder gibi baktık ya; şimdi tv'lerde, gazetelerde bil-umum ukalâ (1) ahvâl-i dünya hakkında ahkâm kesmede.

bende hazreti eyyûb sabrı olmadığından bu emvâl konuşmalara 12 saniye falan, yazılara da ancak üç satır takılabilmekteyim.

bütün bildiğim şu: yaklaşık 10 sene önce, boris yeltzin votka şişesinde boğulup, sekreterlere parmak atarken, urusya eski gücüne kavuşsun, bir istikrar unsuru olsun diye debelenen, onu hiç yoktan, sırf soğuk savaş edebiyatı uğruna, g-8 üyesi falan yapan ve yapılmasına alkış tutan hemen hemen herkes, şimdi parmakları (2) ağızlarında, vladimir putin'i ve henüz ilk adını dahî öğrenmeye tenezzül etmediğim çömezini fenâ halde ayıplamadalar.

merâk etmeyin, millet... urusya halâ kâğıttan kaplan.

şimdi ulu strateji uzmanları bu lâfı duysa, ya küfrederler, ya burun kıvırıp geçerler amma, 1980'lerde immanuel wallerstein "sscb çökecek, dağılacak" dediğinde, ona gülmüşlerdi. halbuki üstâd, bir yola, bir de trene bakmış, ufuktaki uçurumun kaçınılmazlığını görmüş idi. sscb, kapitalist evrenselliğin 1970 başlarındaki dönüşüm bunalımından sonra, o sistemin tâlî parçası olmuş, arkaik devlet yapısı ile, ekonomik iyileşme yerine silah yarışına dalınca da, burun üstü çakılmış idi.

putin'in urusya'sı, bir bakıma daha avantajlı; bir bakıma o kadar dahî talihi yok.

bir kerre, urusya, dünyanın neresinde bilen yok. yeltzin zamanında kürekle dağıtılan dolarlara rağmen, kapitalist bir gelişmeden söz etmek imkansız. dolayısıyla, bir zamanların uzay yarışçısı ülkede, teknolojik gelişme de patetik.

yeltzin döneminin temel sanayii olan yolsuzluk, putin'in "bu memlekette mafyalık (3) yapılacaksa, onun da iyisini biz yaparız" siyaseti ile, devlet şemsiyesi altında bir oligarşiye dönüşmüş durumda. hiç bir oligark tek başına devlete (4
) karşı koyamayacağı için de, ekonominin kâbesi yine kremlin...

bir zamanlar yeltzin'in arkasına takılıp, kızıl ordu tanklarına kafa tutan moskof ahâlisi, bu hürriyetçi kahramanlığı izleyen vahşi özel teşebbüsçülük, çeçen mafyası vs. gibi sosyal güzellikler ile taçlanan bir dizi sefâlet günlerinden sonra, ekmek elden su gölden, kaadir ve kadîm devletin inâyeti ile geçindikleri gomonizma çağını andıran putin kıyakçılığı uygulamasından gâyet memnun. tipik despotik hegemonya modeli içinde, devletlû oligarşi, "orta sınıf" ahâliye de, odun, kömür, votka, makarna, iş-güç bir şeyler sağlayarak, memnuniyetsizliği asgarî, itaati azamî seviyede tutma marifetini göstermekte.

zâten, çok konuşanın da sesi kesilmekte. mâlûm, rus mafyasının âdeti önce ateş edip, sonra sual sormak. ölü cevap vermeyip de kafanızı kızdırırsa, üç-beş daha sıkıp, veyâ bir başkasını da öldürüp, hırsınızı alıyorsunuz. oh, kekâ!..

ve de urusya'nın tek reel gücü, petrol ve gaz (5). çoğunu, çar zargana devrinden kalma teknolojisi ile yeraltından bile çıkarmaktan aciz olduğu petrol ve gaz...

onu da, satamadığı zaman, memleket resmen aç kalacak. ve o despotik saadet zinciri, kopmasa da, hayli incelecek. aynı zamanda, oligarşinin mutluluğu da sarsıntı geçirecek.

ya "rus petrol ve gazına bağımlı" batı avrupa ne olacak?

hmmm... her halde batacak, yok olacak. ortaçağın veba salgını ya da 1945 yıkımı gibi felâketlere dûçâr olacak... insanlar sokaklarda birbirini yiyecek...

dedim ya, sonunu dinlemeye veyâ okumaya sabrım yetmiyor ama, bu tür senaryolar kulağıma çalınmıyor da değil.

neyse, ben size de onca ukalâya da söyleyeyim; kapitalizmin tarihî performans sicili, öyle gazla, tuzla yıkılabilecek bir sistem olduğu intibâını vermemekte doğrusu. altı yıl, hem de güçlü, kapitalist rakiplerle savaşabilecek petrolü bulabilen alman askerî mekanizmasının becerisini, emîn olun, avrupa'nın sınaî-ticarî-malî konsorsiumu da sergileyebilecektir.

abd ve evropa, 10 yıl önce kendi anlamsız korkuları dolayısıyla büyüttükleri arsız ve azgın bir pitbullun kaprisleri ile uğraşmaktalar... şimdilik!..

en uygun zamanda, pitbullun keskin dişleri törpülenecek, tasması biraz daha kısa bağlanacak; yeni çapına alışsın diye de, önüne osetya, abhazya emsâli, (6) bir-iki ufak kemik atılacak. etrafındaki çitler yükseltilecek, korusun diye verilen alan ise, gitgide daraltılacak.

buna karşılık, urusya, tıpkı 19. yüzyıldaki gibi, medeniyyet treninin yük vagonuna kaçak yolcu misâli tıkışıp,
tarih yolculuğuna mecburî bir safra olarak devam edecek.

bu arada rus yayılmacılığının tarihine, sovyetik dönem de dâhil, bir göz atın bakalım, koca ayı, önünde doğru dürüst, dişli bir enngel gördüğünde frene köküne kadar basmış mı, basmamış mı?

boşuna mı dedik kâğıt kaplan diye?.. gücü anca yeter garip gürcü'ye.

-----------
(1) memlekette garip bir psikoloji hâkim bir on yıldır falan... herkes, hoşuna gitmeyen ne duysa "aşağılandığı" kanaatine kapılıyor. vay canına! ne kendine güven ortamı be! şimdi ukalâ kelimesinde de tahkîr kıraat ederek, (hani, gözde deyişlerden ya "okumak", garfucius' a da kıraat eylemek yakışır elbet) zıplayıp, hoplayacak birileri de çıkabilir elbet... hâşâ yâ huuu!.. ukalâ, âkilin, yâni akıllının çoğuludur, o kadar... gerçi bizim entelecent-ziyamıza akıllı demek de bir tür hakâret sayılabilir belki de, bir düşünmek lâzım...
(2)
boris'inkiler değil, kendilerininki.
(3) burada imlâ hatası yok. ruslar mafia demez, mafya der.
(4)
yani; ismi ne diye değiştirilirse değiştirilsin, kgb'ye.
(5) tabii, rusya da elinin altında, iran, afganistan gibi ateşli iltihâb bölgelerini çomaklayarak batının rahatını kaçırabilecek kozlar tutmakta. rusya'nın bu kadar şişip, kendini yeniden büyük oyuncu sanmasında en önemli etkenlerden biri, tabii ki g. walker "yürüyesice" bush... dünyanın böylesine beceriksiz bir kuklanın elinde kalması, moskova'nın önünde de, beklemediği bir ferah avlu yarattı. rusya'nın iran ve afganistan'da bulduğu hareket marjları da, bush'un çuvallamalarının sonucu.

(6) rusya, türkiye'nin (daha doğrusu, denktaş'ın) kıbrıs'ta yaptığına benzer bir emr-i vâkî ile, hemen tanımasa, dünya diplomatik makinesi, bir şekilde gürcistan'ı da kollayarak, zâten bu kofti devletlere özerklik, mözerkliik kotarırdı da...

Sunday, August 24, 2008

garfucius buyurdu...

deniz feneri, su ile aynı seviyede ise, ancak yakamoz kadar işlev görebilir...

Wednesday, August 13, 2008

çukur mukur yerleri dolduralım da...


ege cansen'in hürriyet'teki sütununda mng holding'in bodrum güvercinllik'teki pina yarımadasının kıyılarını, otel yapmak bahanesiyledümdüz edercesine doldurmasını, bırakınız aklamayı, öven, teşvik eden ve uydurma verilere dayanarak deniz doldurmanın doğayı tahrib etmediğini öne süren "daha fazla deniz doldurulmalı" başlıklı zırvalarını dehşet ve ibret ile okuyunca, yine geçmişin izlerine daldım. bundan 15 yıl önce merhum belediye başkanıı emin anter ve demiryolları, limanlar havalimanları genel müdürlüğü elele verip bodrum limanını 12 metre doldurarak "onarmak" (1) niyetiyle yola çıktıklarında, sıkı bir mücadele başlatıp, tâmirâtın mâkul ve sağlam bir boyutta yapılmasını sağlamak konusunda epey çaba sarf etmiştim. aşağıdaki "baldızlar ve çukurlar" adlı yazı, o mücadelenin matbû cephânesinnden biri idi.


eğer lağım kanalına dönüşmemişse, bir tek deresinden su akmayan; gölleri, nehirleri çöl olmuş; umut diye sarıldığı gap gibi dev projeleri, çevre bilinçsizliği yüzünden salamura edilmiş (2); ormanlarının yanmayan kısmı, ya otel binâları ya golf delikleri ile tecâvüze uğramış bir toprak parçasının, ancak, ege cansen gibi, ömrünü paraya vakfetmiş insanları entellektüel sayan bir hâkim kültür ile bu hâle dönüşebileceğini çoktaaaaan öğrendiğim için, bu doğaya hıyânet belgesine şaşırmadım..


ona-buna tahsis edilen ormanların, sulak alanların, golf sahalarının vs., 70 milyon aslî sahibinden sadece biri olarak, yıllardır çıktığı kadar sesimi yükseltmekteydim. ama değil mi ki, kahîr ekseriyeti zâten ondan, bundan ve benden gaspedilen "kamusal alanlar" üzerine dikilen gecekondularda yetişen, en azından orada yeşeren kültürün küf ve mantar gibi sardığı bir zihin ortamında büyüyen, eğitim gören bir insan topluluğunun alâmeti üstünde ben de aynı kıyâmete doğru yol almaktayım, sesim de, üzerinize âfiyet, ancak davulcu öksürüğü kadar duyulabildi ise duyuldu.


bîl umum kulağı duysa da, ruhu sağır vatan evlâdına ve vatanı üzerinde biriken dolarla tanımlayan kalem suvârilerine bedduam şudur ki; vermeye allah gecinden versin de, sizin de üstünüz toprakla dolarken, benim şimdi hissettiklerimi hissedesiniz, evrenin meçhul bir köşesinde...


sayelerinizde, memleket sengi cümle betondan bir mezarlığa dönmekte zâten.


buyurun, şimdi yazıyı okuyalım:


baldızlar ve çukurlar


bilmeyenler kaldıysa, onların da tv reklam ve dizilerindenöğrendikleri üzere, askerlikte eğitim koşuları, “yaylalar, yaylalar” türküsünün aksak ritmine, matara tıkırtısı, tüfek şakırtısı, postal patırtısı ile tam teçhizat makam tutarak yapılır. brüt 90 gün sürdüğü için, bizim dönemin erkeklerinde nisbeten az anısı kalan “vatan görevinden” benim hatırladığım episodlardan biri, türkülere dairdir. “yaylalar”ın bitip tükenmeyen yaygarasından gına gelmesi üzerine, bölüğümüzün girişken er'atı, bir başka türkü eşliğinde koşmaya emir ve müsaade çıkmasını sağlamıştır. bu türküden, benim aklıma, sadece şu nakarat nakşolmuştur:


aman baldız olmuyorsa olduralım,

çukur mukur yerleri dolduralım...


***


her ne kadar erkeksiliğin ağır bastığı folklor hazinemizdeki baldız motifinin, erkek egemen toplum ve aile yapısı ve bu yapı içinde yetişen özellikle erkek bireylerin seksüel açlıkları ve yetersizlilleri perspektifinden ele alınması, lezzetli soslarla süslenebilecek bir sosyolojik araştırmayı ilham eylese de, bu yazının konusu baldızlardan ziyade, çukurlar ve hatta doldurmak fiilidir. baldızlar bir meslek trükü olarak, gavurcada “come on” tabir edilen şekilde, okuyucunun dikkatini çeksin diye başlığa çıkarılmışlardır. bu meyanda, kamunun baldızlara

düşkünlüğünden istifade edilirken, aynı zamanda, bu düşkünlük, ilmen bir kez daha kanıtlanmış da olmaktadır.


çukurlara gelince, anlaşıldığı kadarı ile halkımız baldızlara gösterdiği hassasiyeti çukurlardan esirgemektedir. ya da, çukurlarla, baldızların birer seks objesi olarak, gerçek veya muhayyel mevcudiyeti tahtında ilgilenmekte ve çukur mukur yerleri doldurmak, ancak baldızlar muvacehesinde öncelik kesbetmektedir. nitekim, yurt sathında, yollarımızın hal-i pür melali, bu gözlemi teyid etmektedir.


yine de, baldızlardan bağımsız olarak doldurulan çukur mukur yerlere de bazı bazı rastlanmaktadır. yüzyılların mimarî kültürünün estetik mirası asırlık yalıların, taş evlerin yerlerine çok katlı kerpiç gudubetler dikmek uğruna kazılıp, anında betonlanan temel çukurları gibi...


demek ki, milli kültürümüzde doldurulası çukurlar kadar doldurulmasa da olur çukurlar bulunduğu anlaşılmaktadır.


***


türküde, baldızlarla çukurların ortak paydasını oluşturan “doldurmak” fiili de, tıpkı baldızlara olan folklorik düşkünlük gibi, sosyo -psikolojik incelemeler için engin bir derya sunmaktadır. evli erkeklerin, eşlerinin kız kardeşlerine yönelik zaafları kadar, resmi sıfatlı şahısların orayı burayı, çukur mukur, deniz meniz, plaj mlaj, kara mara demeden doldurma heveslerinin ardındaki patolojik nedenler de, ele alınmayı beklemektedirler.


mesela, doldurma temayülünün psikoseksüel gelişim sürecindeki aksamalar ile muhtemel bağıntısını saptayacak bir test, hem bilime, hem bu şahısların yönettiği mekânlarda yaşayan bizlerin günlük hayattan beklentilerimize ışık tutabilecektir. bu tür bir turnusol yoklaması, biz seçmen sürüsünü yetkililerin denizi doldurup beton kıyılar düzmek tutkuları ile, seksüel argodaki dümdüz etmek deyiminin içeriği arasındaki olası ilişki konusunda aydınlatabilecek ve bilumum düzleyicilerin bu özelliklerinin, erkeksi yönü ağır basan köylü düşünce tarzından doğup doğmadığını tartarak oy vermek babında bazı ölçütler sunabilecektir.


***


esasen, baldızların enişteleri ile oynadıkları veya oynamak isteyebilecekleri kova kürek oyunları beni hiç ilgilendirmemektedir. buna dair türkünün dahi, sadece nakaratı nadiren belleğimi yoklamaktadır. bir motosikletçi sıfatıyla, yollardaki çukurlarla ilgim ise, kaçılmaz ve kaçınılmaz bir dikkat-sabır- küfür dairesi içinde sürmektedir.


iş doldurmaya gelince...


fiilin nesnesi deniz ve kıyılar ise, tüylerim diken diken olmaktadır. hele aklı, mantığı, çağdaşlık bilincini, bilimi ve doğa estetiğini dümdüz ederek, ırzlarına geçen uygulamaları, oylarımızla makamlarına diktiğimiz, üstelik kimi de diplomalı cahillerin gerçekleştirmeleri, şiddetle kanıma dokunmaktadır... dünyadan bîhaber olmayı fazilet sayan bu okumuş köylülerin uzmanlık tanımaz yozlukları, estetik fukarâsı hoyratlıkları, bana, insanların kulakları arasında da dibine ulaşılması imkansız abyssler (3) olabileceğini düşündürmektedir...


----------

(1) bilenler bilir, bodrumcada onarmak fiilinin pek de terbiyeli sayılamayacak ve sanırım, artık, âşikâr olan bir anlamı daha vardır da... yok canıım, ben öyle kötü şeyler yazmam; bilin istedim sadece.

(2) meşhur gap sâyesinde çin kadar ziraî üretim yapmayı umduğumuz güney doğu ovalarında hektarlarca toprak, daha sulama projeleri yarılanmadan tuzlandı ve tarım arazîsi vasfını kaybetti bile.

(3) abyss: dipsiz çukur


memesinden emen süt çocuklarını tanımayabilen dev anası iktisadiyâtı

inşaatçılık, aslında bir "sektör" falan değildir. "müştak" (*), yânî, iktisadî hayatın diğer alanlarındaki faaliyetin ve nüfus hareketlerinin sonucunda beliren talebe göre ortaya çıkan bir sanayî ve üretim koludur, o kadar... inşaat, ancak ekonomi bünyesinde yer alan, kendi içinde ve kendi için üretim yapan başka sektörel birimler belli bir verim seviyesine ulaşıp, üretim ve yaşama mekânları alanında bağımllı bir talep yaratacak artık değer üretebilirse, anlamlı şekilde işleyebilir bir daldır.

pek âlâ da, inşaat türkiye'de neden "sektör" yerine konulur o zaman? hattâ, "çoban" lakablı, köyden gelme cumhurun başı süleyman demirel'in bile ifade edegeldiği üzere, ekonomi için "lokomotif sektör" diye anılır?

dikkat ettiniz mi? köy ve kırsaldan şehir denebilecek bölgelere ilk akınlarla, taa cumhuriyet öncesinden başlamak kaydı ile, inşaat denen "sektör" bünyesinde meydana gelen patlamaların hepsi, ciddî ekonomik bunalımların arefesinde yaşanmıştır.

kriz, türkiye ve (muzu üreten ya da bizim gibi ithâl eden) sair cümle muz cumhuriyetlerinde, ortalıkta aslâ doğru dürüst "sermaye"ye dönüşemeden dönüp, dolaşıp duran "para"nın, gidecek yeri bulamamasından kaynaklanır genelde.

"para" ise, meselâ, ya1950lerdeki gibi, ziraat gelirindeki tuhaf ve iktisadî doğaya aykırı gelişmeler sonucu fırlayan artışların, kâh turgut özal devrindeki gibi, türkiye'den bir şekilde kaçan/kaçırılan çoğu aslen yerli kaynakların yabancı sermaye kisvesi alltında geri transfer edilmesi, veyâ, özal'ın 80lerdeki çoğunluk hukûmetlerini izleyen derme çatma koalisyon iktidarlarına damga vuran envâî yolsuzluk cukkalarının "piyasaya" intikâli sonucu zuhur eder.

memleketin tamâmen siyasete dayanan iktisadî bünyesi, bu başıbozuk paranın gerçek bir kapitalist düzendeki gibi, tasarruf-yatırım-üretim-tüketim-tekrar tasarruf vs. döngüsü içinde değerlendirilmesine izin vermez. o şartlarda da, ortaya inşaat gibi oyun alanları çıkar.

kısacası, sermaye kıvamına aslâ ulaşamayan para, inşaat, toprak, arsa vs. gibi "spekülatif" niteliği yüksek mallara yönelir. gelgelelim, bu para bastırma işine iktisatta "plasman" denir, yatırım değil. yatırım, nedret (2) dolayısıyla kıymet kazanmaya dönük bir faaliyet değil, üretim yolu ile doğayı dönüştürme ve artı değer yaratma girişimine verilen addır.

para taşa toprağa yatırılınca da, zâten nâzik piyasa, susuz kalmıış toprak gibi, likidite (cash, nakit) darlığından doğan krizlere yuvarlanıverir, tabii. taa ki, yeni bir garabe taze para veya cukka kaynağı keşfedilene kadar.

azıcık sağına soluna bakan, vicdânı ve gözleri sağlam, asgarî estetik bilinci ile donanmış herkesin farkedeceği üzere, inşaat, doğayı dönüştürmekten çok, sömürmeye, bozmaya, kirletmeye, tüketmeye, yok etmeye yönelik bir faaliyettir. özellikle de, cennet vatanımız, beton ve betonperestler cenneti türkiye söz konusu ise...

dünyanın pek de itibarlı olmayan, bîl umum muz cumhuriyetleri, iktisadîyatlarını doğayı dönüştürerek değil, imansızca sömürüp, talan ederek sağlayan toplumlardır. bunların başında, petrol üreticisi yakın şarkîler (rusya da dâhil) ve sağda soldaki, madenleri çıkarmak için toprağın bağrını deşen, tropik ormanları berhavâ eden, her kujmsala beş otel dikmeyi turizm zanneden vs., petrol fukarâsı benzerleri yer tutmaktadır.

türkiye, petrol gibi bir avanta gelir kapısından mahrum olduğu için, iyi kötü, çalışıp, akıl ve emek kullanıp, kısmen doğayı dönüştürme yolu ile yaşayan bir ekonomi geliştirme konusunda, az da olsa yol alabilmiş yegâne az gelişmiş ülke sayılabilir... ne yazık ki, devlet ağırlığı altında ezilen politik-ekonomi, gerçek bir liberal iktisat-siyâset-hukuk ve kültür rotasına giremediğinden, daimâ, rant ve spekülatif kazanç, üretimden elde edilenden üstün olagelmiştir. boğaz'da, çankaya'da ya da bayraklı'da zamanında, çoğu kerre de, hak gaspı yoluyla kapatılan, bir gecekonduluk arsanın marjinal kazancı, bir fabrikanınkinden insafsızcasına fazladır, meselâ...

yânî, türk ekonomisinin lokomotifi denen inşaat işi, tık nefes olması bir yana, kendini bile zor taşıyabilecek kadar güçsüzdür. inşaat "sektör"ü, türkiye'nin sadece doğasını değil, yatırıma ve üretime aktarılacak ekonomik kaynaklarını da yıkıp, yozlaştırıp, yutan çirkin bir bir dev anasıdır.

üstelik, masallardakinin aksine, bu dev anası memesinden süt emenleri de zaman zaman midesine indirmekten hiç çekinmez.

haaa, bir de dünya şeffâfiyet örgütü (world transparency organization) ve yolsuzluk gözlemcileri (corruptioon watch) verilerine göre, tüm dünyada, kara parayı temizlemekte yararlanıılan başlıca iki "sektör"den biri de, inşaat olarak belirtilmektedir.

öteki mi? turizm tabii...

âşinâ gelir gibi mi oldu? allah allaaaahhh...

buyurun şimdi, bu lokomotifin katarına alalım sizi de... vagon-restoran şu tarafta...

----------
(1) haydi, zamâne türkçesi ile söyleyelim, müştâk, "türevsel" anlamına gelir. yânî, ağacın gövdesinin yanlarından çıkan, çalı inceliğinde, tâze dallar gibi türeyen... lâf aramızda, ağacın selâmeti için pek de her zaman hayırlı olmayan o dallara da "palandüz" denir.
(2) kıtlık, nâdir olma hâli. ender bulunur ekonomik kaynaklar, ya üretime ya nedret doğacağı beklentisi ile spekülasyona aktarılarak kazanca dönüşür.