Saturday, October 18, 2008

pe-ke-ke ve beraber yaşayabilmek

şu anomie yazısının devamı yine bekleyecek korkarım. bugün onunla doğrudan ilişkili, ne zamandır kafama taktığım bir konuya değinmek istiyorum; "türklerin bir arada yaşayabilme kaabiliyeti" sorununa...

önce şu noktayı belirteyim: benim öngörebildiğim kadarı ile, padania modeli, "biz bu sefil bölgeleri, aç, bî-ilaç garibanı neden besleyelim kardeşim? gönderelim gitsinler başımızdan!" deyebilecek (1) bir siyasî hareket üstünlük kazanıp, asker-sivil devleti de ikna edemedikçe, mîsâk-ı millî + hatay'dan oluşan türk egemenlik alanından pe-ke-ke veyâ başka bir kürt örgütünün toprak koparabilmesi im-kân-sız-dıııır!..

işin aslına bakarsanız, gûyâ ortaya ilk çıktığı 1984 dolaylarından (2) bu yana, pe-ke-ke de kalkıp, "biz türkiye'den kopmak istiyoruz" nev'inden bir lâfı nammusu ile etmemiştir.

tamam, hareketin yönü, eylemlerinin niteliği, ayrılıkçı (secessionist); hattâ kuzey ırak'taki son dengeler oluştuğundan beri bir ölçüde de iltihâkçı (irredentist) niyetlerin bir ölçüde beslendiği izlenimini kısmen vermektedir; gelgelelim, resmen, örgüt adına konuşanların hiç kimse, böyle bir siyasî hedef bildirmiş değildir.

zâten pe-ke-ke de siyasî bir kuruluş, bir kürt "halk kurtuluş ordusu", hattâ bir terör örgütü falan da değildir. doğrudan doğruya, su katılmadık bir suç ve katliam çetesinden ibarettir.

anahtar mes'ele de şudur: pe-ke-ke denen cinayet ve suç şebekesi, tarihin en eski, en kritik ve en kârlı ticaret ve kaçakçılık kanallarından birini, mezopotamya-zigana hattını fiilen kontrol etmekte ve buradan tamamen illegal ve gayri-meşrû bir servet tedvir etmektedir (çevirmekte, döndürmektedir).

her iktisadî amaç güden suç örgütü gibi, pe-ke-ke de etnik çerçevesinin dışında da etkinlik kurmak, ittifaklar oluşturmak zorundadır. zaman zaman "bölücü örgüt" ile devlet kuvvetleri arasında, sivas ya da gümüşhane gibi, kürt nufusun ancak yakın dönemde göç ile yerleştiği ve çok küçük bir oran arz ettiği yörelerde yaşanan "çatışmalar" da, pe-ke-ke denen şebekenin gerçek faaliyet alanını gâyet açık göstermektedir.

pe-ke-ke, etnik kaynak olarak zayıf kaldığı bu gibi bölgelerde maliyeti düşük serdengeçtileri safına katmak üzere başka sosyal bölünmeleri ırgalamaktan, meselâ alevîleri kavga içine çekmeye çalışmaktan geri durmamaktadır. sözde, memlekette sosyalist devrim (!!!) yapacak dev-yol artığı "halkın teferruatı" bazı diğer siyasî kisvelisuç örgütleri, pe-ke-ke'nin mezopotamya-zigana hattını işler tutmakta eş menfaat gözeten ortakları arasındadır.

ve pe-ke-ke, asker öldürmek sûreti ile, iç savaş ile, câniyane yöntemler ile, kaçakçılık vs. ile olduğu kadar, çok büyük ihtimalle muhtelif siyasî ve sosyal, belki de bazı bürokratik ve maddî-malî ilişki ağları aracılığı ile de fiilen ciddî ölçekte etkili olabildiği bu altın yumurtlayan devekuşuna mâlolacak bir sahte (3) "bağımsızlığı", maazaallah, ankara gönüllü vermeye girişse dahî red edecektir!

bu hatttın kullanımından edinilen servetin dağılım şeması, eğer çözüldü ise veyâ çözülebilir ise, doğudaki şiddetin önüne geçmek o zaman mümkün olabilir. tabii, ciddî ve kararlı bir siyasî irade de, kanlı kanunsuzluk yerine hukuk ve kurallı demokratik yaşam düzenini ihdas etmeyi arzular ise.

bu şart da, pe-ke-ke ve şiddet senaryoları kadar, iç egemenlik örüntülerinin tümden yapısal değişikliklere uğraması demektir.

pe-ke-ke, elbet de amerika'dan, gücü yeterse, uganda'ya kadar bölgeye kaşık atmak heveslisi her gücün taşeron bozguncusu olarak "ücret mukâbili" görev(!) üstlenmeye hazırdır. ama ufku 19. asır diplomasi manevralarını aşabilmekte en az türkiye kadar yavaş, ermenistan, biraz da rusya gibi "düşman desteklemede mütekâbiliyet" boyutunda mahpus bölge politikası yürüten birimler dışında, bir çeteyi doğrudan siyaset ögesi haline yüceltecek "devlet" pek çıkmaz. o yüzden, a.b.d.'nin veyâ başını çektikleri evrensel birliğe üye olalım diye yola çıktığımız almanya ve fransa hukûmetlerinin pe-ke-ke'ye destek oldukları, türkiye'ye gizlice ve sinsice düşmanlık ettikleri gibi iddialar, komplo teorisi düzeyini pek de geçemez.

pe-ke-ke, başlı-başına bir kürt mes'elesi değildir ama türkiye'nin hukuk ile bir türlü bağdaşamamış siyasî yapı ve geleneğinin kürt mes'elesinden de kan emen bir türevidir. cinayet ve katliam ile edindiği yasadışı ticarî ve malî kazançlarını, ekonomik gücü ve siyasî söylemiyle süsleyerek, belli coğrafî yörelerde ve toplumun ülkenin her yanına dağılmış kürt kesimi üzerinde bir tür sosyal hâkimiyet kurmakta kullanmakta, bu hâkimiyeti de aynı döngünün sürmesi için denkleme geri döndürmektedir.

ve türkiye, şu aralar, bu denklem açısından kritik bir tecrübeden geçmektedir. dünya bir tür malî-iktisadî yeniden yapılanma içindedir. dönemin galiplerini, iktisadî açıdan birbirine yakın, akraba iki unsur belirleyecektir: sermaye, yâni, en kaba formu ile para ve de teknoloji.

türkiye gibi devletin orantısız ağırlığı dolayısıyla topal gelişmiş, cücük kadar sermayesi ile sıçrama yapmaya debelenen bir ekonomide, teknoloji acil çözüm olamayacağına göre, kriz ile baş etmenin yolu, "taze para" yakalamaktan geçer. kavram sermayeden paraya dönüşünce, kaynağı belirgin olmayan servetlerin malî sistem içine çekilmesi de hukuku özürlü bir yapıda, meşrû bir çâre dahî sayılabilir (4).

amma ve lâkin, yurtdışı bankalarda ikâmet edip de, bilmem kaç senedir zâten türkiye'nnin bol keseden dağıttığı faiz ile büsbütün şişen o serbest radikal para, pek âlâ pe-ke-ke gibi radikal çetelerin gizli hesaplarından da yurda doğru yola çıkabilir.

ve de, pe-ke-ke ile mücadelede 30 senedir ancak yükselen ordudan şikâyet sesleri, iktisadî-sosyal sıkıntılar ile bileşince, ister istemez de askerî harcamalara verilen öncelik ekonomide yaşanacak kaçın ılmaz zorlanmalar ile birleşince, farklı kamu siyasî tepkilerine de yol açılabilir.

en önemlisi; iç kamp ayırımları, son bir ayda altınova'dan adana'ya kadar yayılarak zuhur eden türk-kürt topluluklar arasındaki vuruşma, kavga ve şiddet, iktisadî buhran döneminde artma eğilimi gösterebilir. her zaman olduğu gibi, bu sorun(lar) muhtemelen halının altına süpürülmek istenecektir ki, bu da bir sorundur.

kaldı ki, linç üzerine sosyolojik çalışmalardan beri bilinen bir toplumsal eğilim de kendini gösterebilir: ezilen, yoksullaşan ve güven hissini kaybeden özellikle de alt ve lumpen sınıfların hırslarını kafalarında mevcut bir dış grup ya da moda deyimiyle "öteki" üzerine yoğunlaştırmasıdır. ekonomik kriz, dinden, mezhepten, siyasetten tnik farka, toplumsal bölünmelerin somutlaşmalarını hızlandırabilir. sonuçta, pe-ke-ke denen çetenin tetiğini çektiği olaylar, içine daldığımız konjonktür şartlarında, türkiye toplumunun "beraber yaşayabilme sınavı" olarak yansıyacaktır.

çünkü, tamam türkiye'nin pe-ke-ke yüzünden coğrafî olarak bölünmesi (acaip bir takım işler dünyayı alt üst etmez ise) imkânsızdır; evet ama, aynı coğrafî yüzey üzerindeki insanların birbirleri ile yaşamayı becermeleri de gittikçe zor hale gelmektedir. esas sorun da budur.

------------
(1) sadece bir niyet değil, irâde, hattâ iktidar da gerektirdiği için "deyecek" yerine "deyebilecek" yazdım; yoksa kimseye ya da kadere falan meydan okumuyorum.
(2) gûyâ 1980lerde ortaya çıkan pe-ke--ke, değişik formlarda 1960lardan beri dile getirilen bir kürtçülük hareketinin devamıdır. 1970lerin "halklara özgürlük" sloganları ve "sol" kesimde zuhur eden kürtçü sayısız fraksiyon, bu sürecin bir başka boyutudur. değil 12 eylül, 12 marttan önce bile, kürt öğrenciler bankalardan öğrenim kredisi çeker ve geri ödemezlerdi. nasıl olsa kürt devleti kurulacak, onlar da türk devletine kazık atarak borçtan sıyırmış olacaklardı!..
(3) bir kürt bağımsızlığı, bağımsız bir kuzey ırak kürdistan'ına iltihâk etmedikçe ancak "sahte" olacaktır. o ise, doğrudan yalandır. ama bu ayrı konu.
(4) nitekim, daha önce turgut özal veya tansu çiller gibi öngörülü "lider"lerin üstüne atladıkları bu "çâre", tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ hukûmetince de malî bunalımda ilk akla gelen tedbirler arasında zikredilmiştır. geçmiş uygulamanın netice ve verimi ortadadır. bakalım işin içine mütedeyyin kadro karışınca ne değişecektir?

Wednesday, October 15, 2008

tayyib ül talibân?

sırada anomie hakkındaki yazının devamı ve güncel "uygulaması" bekliyor ama artık dayanamadım:

başbakanından ulaştırma bakanına, sırf solcu eskisi diye bakan yapılan kültür ile ilgili kabine üyesinden, bil-umum a-ke-pe damgalı bürokrat taifesine, şu kötü marmaray projesi gecikmesin diye, 2000 yıllık bizans arkeolojik kalıntılarının yok edilmesini değil normal, elzem saymayan yok tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ camiasında.

"dubya" george bush talibân üzerine terör ile savaş seferi ilân ederken, batıda kamuoyu oluşturma sürecinde afganistan'a el koyan dağlı yobazların dağa oyulmuş, yüzlerce yıllık muhteşem buddha heykellerini dinamit ile berhava etmeleri işgalin meşrû kılınmasında bir kültürel silah olarak kullanılmıştı, hatırlarsanız.

pek âlâ da, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın, "asrın en büyük arkeolojik buluntusu" diye nitelenen bizans theodosiacus limanı kalıntılarını yok etme hevesi, talibân barbarlığından nerede ayrılıyor? fark var mı, var ise nerede?

yâni, camiden başka (*) hiç bir binayı "eser"den saymayan, değer vermeyen ve korumayan mütedeyyin zihniyet, islâm aleminin gûyâ en medenî ülkesinde bu derece hâkim ise, o dinin evrensel medeniyyet ile gizli-açık bir çatışma halinde olup olmadığını sorgulamamak mümkün mü?

islâmı politika edinenler bu tür bir barbarlığın, vandalizmin mücahitliğine de mi soyunmaktalar?

---------
(*) türkiye'de oldum olası câmiler konusunda bir resmî ikiyüzlülük egemendir. bir çok câmi hâlâ bile kaçak binadır. tarihî nitelikte olanlar dışında da, neredeyse istisnasız, son 50 yıl içinde estetik açıdan kifâyetli tek câmi dahi yapılmamıştır. gözü rahatsız etmeyebilecek azsayıdaki yeni câmiye de necmettin erbakan - tansu çiller teşriki sırasında inanılmaz çirkinlikte, üstelik de sivrisinek öksürüğü kuvvetinde rüzgâr estiğinde ahalinin başına yıkılan minareler diktiler. emin olabilirsiniz ki sultanbeyli'de ya da ankara pursaklar da bir yol yapacak olsalar, bir câmiye dokunmak yerine yolu dağdan aşacak şlekilde planlarlar. tamam, zevk fıkdânı ve şekilcilik türklerin ve türkiye'nin genel, ilksel ve bence de temel sorunu. gelgelelim, işe din, iman karışınca, câmilere gösterilen bu "aşırı" saygı, neticede bir mekâna, doğasında varolmayan bir kudsiyyet atfetmek sûreti ile o mekânı/yapıyı (ki, burada câmi olmakta) put mertebesine çıkartıp, islâmiyette günahların en ciddilerinden bir olan şirk sınıfına bile girmekte. benim düz gâvur rasyonalitem böyle diyor da, tayyibî talibân ne buyurur acap?

Tuesday, October 14, 2008

özür

bir teknik hata/beceriksizlik yüzünden global keriz yazısı ancak şimdi yayınlanabildi. kendini aldatılmış hisseden okuyuclardan şiddetle özür dilerim.

garfucius

Sunday, October 12, 2008

kriz mriz değil millet, keriz var

ben ekonomist değilim ama gûyâ iktisat tahsil edenlerin şu "global kriz" konusundaki miyopi derecelerine kızacak kadar da o işlerden çakarım.

bu bir global kriz değil, globalite çerçevesinde ve globalizasyon sürecinde tıkanan finans akışına yapılan bir lavmandır o kadar. kapitalizm arada bir kendi sistemini böyle temizler.

krizin esas "amacı" başta amerikan ekonomisinin dörtte üçü olmak üzere, global ivmenin ve çekim kuvvetinin dışında kalan olağanüstü, ancak verimsiz ve kağşamış ekonomik potansiyeli global ekonomi içine girdap gibi çekmektir. tabii ki kapitalizm bunu bir karar icâbı değil, taşan bir ırmağın kütleleri sürüklediği gibi, hayli kendiliğinden yapmaktadır.

globalite demek de, ulusallığın alanını terketmesi, geri basması demektir... onun için, banka devletleştirmeler, finans okyanuusuna çuvalla para dökmeler, fırtına dursun diye denize ekmek atmak türünden bâtıl itikad tezâhürlerinden farksız olacaktır.

kriz, başta amerika olmak üzere, "âtıl ve battal" ekonomiler global kapitalist verimlilik ve rekâbet içine çekilip, dünya çapında ekonominin debisi yeni seviyelere ulaşınca bitecektir.

o devrân dönene kadar da çok keriz, kriz diye diye kaderimize hükmedecektir.

o ahvâlde kim asıl kerizdir, münâzara etmeye değer de, siz şimdilik bir garfucius'un ingilizce blogundan bir kriz-keriz 101 okuması yapıverin lûtfen.

haa, bu arada türkiye krizden etkilenmeyecek, sadece çarpılacaktır. türkiye patetik ve hâlâ "islâmî", "anadolulu", "karaparalı" gibi sıfatlarla nitelenebilecek kadar bütünlükten yoksun sermaye yapısı ile, dünya ekonomisinin safrasında yer almaktadır. kapitalist falan değil, en fazla esnaf işi bir ekonomidir ve krizden de çapı kadar etkilenir. dedim ya, darbeyi yer yine de.

türkiye'nin de keriz olmama şansı ve şartı bellidir: verimsiz ve rekâbetten âciz binlerce küçük (esnaf) birime bölünmüş sermaye, işletme ve kaynakların birleşmesi...
gâvurcası ile "merger" yâni.

haydi bakalım bilmişler, garfucius okumaya...

Tuesday, October 7, 2008

durkheim, merton ve anomie kavramı

emile durkheim 19. yüzyılın sonunda sanayi ve şehir toplumlarının dayanışma (solidarité), yâni bir arada yaşama yöntemlerini incelerken, "modern", veya onun deyimiyle işbölümünün hayli yaygınlaştığı, insanî ilişkilerin bire-bir ferdî düzlemlerden, anonim bir kollektivite doğrultusunda genleştiği, kompleks "organik" sosyal örüntülerin ortaya çıktığı insan topluluklarında bireylerin birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğine dair benimsedikleri normların etkinliğinde bir erozyon yaşandığını, kimsenin bir başkasının nasıl davranacağından emin olmadığı bir sosyal ortamın oluştuğunu gözlemiş ve kuralların geçerliliklerini az, çık ya da tümden yitirdikleri bu hale anomie (1) adını vermiş idi (işbölümü, 1893; intihar, 1897).

anomie, "köylü" diye niteleyebileceğimiz, az ayrışmış, iş bölümünün pek gelişmediği "mekanik" dayanışmanın egemen olduğu toplumsal birimlerde görülmemekte idi. em>köylüler, görece az sayıda, ahlakî boyutu, yaptırımları ve dayanakları baskın, kesin, mutlak ve çok daha bağlayıcı normatif silsileler çerçevesinde, basit ve sâde kalıplar içinde ilişkilerini yürütmekte idiler. dolayısıyla da, anomie yaratan belirsizliklere hayatlarında fazla yer kalmamakta, rastlansa bile, anomik bunalımlar daha düşük yoğunluklarda yaşanmakta idi.

amerikalı sosyolog robert king merton, durkheim'dan hareket ile, anomie kavramını, ortak toplumsal amaçlar ile o amaçlara ulaşmak için meşrû kabul edilen yollar/ araçlar/yöntemler arasındaki uyumsuzluk çerçevesinde açıklamaya çalıştı. durkheim'a göre, mekanik toplumlarda dinî ve ahlakî değerler, bireyin yetersiz kaldığı durumlarda bile ona ortak yaşama uygun davranma güdüsünü verebilmekte ve rehberlik edebilmekte idi. hızlı toplumsal ve ekonomik değişme ise bireyi karanlıkta, değerlerden yoksun, ve de "değersiz" bırakmakta, yabancılaşmasına yol açmakta idi. o sebeb ile, ekonomik bunalım, hattâ patlama dönemlerinde, intiharlar da artmakta idi.

merton'ın yorumunda ise, anomik baskı hisseden bireyin, toplumsal hedeflere, meselâ amerikan hayat tarzının büyük önem atfettiği maddî başarıya, her ne bahasına olursa olsun ulaşmayı saplantıya dönüştürmesi halinde, "sapma" davranışları içine girebileceği öngörülmekte idi. sapma illâ ki olumsuz, kötü bir sonuç olmayabilir, zaman içinde toplumsal yapıya nefes aldıran, sosyal yaşamı kolaylaştıran değişimlere ve hattâ isyan ve ihtilâle de yol açabilirdi.

durkheim, geç 19. yüzyıl fransa'sının proto-burjuva diyebileceğimiz bir tarihî aşamasını, merton (sosyal yapı ve anomi, 1949 ve 1957) ise feodal geçmişi olmadığı için, köylülük ve mekanik dayanışma dönemlerini avrupa'da bırakmış bir amerika'nın 20. yüzyıl ortalarına denk gelen ekonomik patlama, pazar, teknolojik ilerleme ve yaygınlaşma, iletişim ağları, sosyal hareketlilik vs. gibi "ulusal globalite" (2) kazanma aşamasında yaşanan kargaşa ve karmaşanın, "amerikan rûyası" ile güdülenen bireysel yaşantılar üzerine düşen gölgesini genel sosyoloji yasalarına dönüştürmeye uğraşmış, anomie üzerine sayısız çalışmanın da kapılarını açmıştı. özellikle amerika'da, merton'ın anomie kavramı, sosyolojik içeriğinden adetâ soyutlanarak, kişisel - ferdî bir davranış mekaniği çerçevesinde, özellikle sapma davrfanışlarına saplanan kriminoloji araştırmalarında uygulama çerçevesi olmuştu.

anomie ile ilgili çalışmalar, sovyet imparatorluğunun çöküşü ve eski avrupaî peyk devletlerin batı ile (yeniden) entegrasyon süreci içine girmesi üzerine, o toplumlarda baş gösteren hızlı değişim ve liberal hayata ayak uydurma sorunlarını incelemek amacıyla tekrar hız kazandı.

durkheim da, merton da, onu izleyen amerikalı meslekdaşları da anomie hakkında o genellemeleri yaparken, toplumların aslâ homojen yapılar arz etmediklerini fazla vurgulamamış idiler. oysa, köyden-şehire, köylüden şehirliye geçiş, basamak atlarcasına, bir oluş tarzından otekine sıçrama şeklinde vuk'u bulmamakta idi. üçüncü ve üçbuçukuncu dünyada çoğu zaman,yalnız köylüler değil, köyler de mekân değiştirip, şehirlere akmakta idiler. merhum mübeccel belik kıray, tampon mekanizma ve kurumlar ile ilgili kuramında, ezele kadar da sürebildiği türkiye tecrübesinde görülebilen geçiş sürecinin iki arada, bir derede belirsizliğini mükemmelen anlatmış idi:

sosyal yapı, bu yapıyı meydana getiren müesseselerin, insan ilişkilerinin ve sosyal değerlerin, birbirleri ile etkileşim içinde dönegeldikleri bir bütündü. bu bütün, her an değişme içinde idi ama her zaman aynı olmayan bir hız ve tempo ile. birbiriyle çatışan ögeler, değişme için sürekli bir itici güç oluştursalar da, özünde, toplumsal bütünlük ve denge değişim dolayısıyla nadiren bozulabilmekte idi.

tampon kurumlar, gelenekselden modernite yönünde ilerleyen toplumlarda, geçiş sürecinin baskısının toplumdaki dengeyi ve bütünlüğü bozmamasını sağlayan bir unsur idiler. sosyal yapının eski zaman diliminde salınan ve modern çağa uzanan muhtelif ve bazan çelişen uzuvları, tampon kurumlar sayesinde, göreli bir denge halinde, bütünlük içinde birlikte görülmekte idiler. bu işlevi sağlayan tampon mekanizma ve kurumlar, ne eski, ne de yeni sosyal yapıya ait ama kendileri yeni olan müesseseler, ilintiler, değerler ve fonksiyonlar idiler (ereğli: ağır sanayiden önce bir sahil kasabası;1964).

"gecekondu", tampon mekanizma ve kurumlara iyi bir örnek olarak verilebilir. ne köydür, ne şehirdir ama ikisinin zaman, mekân ve sosyal tecrübe olarak kesiştikleri noktadadır. modern zamanlara ilk geçiş dönemlerinde, apartman dairelerine alafranga tuvalet yanında bir çoğu hâlâ da duran alaturka helâ koymak, şalvar altına jean pantalon çekmek, türban ile sokağa çıkmak(daha doğrusu, çıkabilmek) da öyle...

özetle, bir toplumda, hele ki modern ile geleneksel arasında sallanan toplumlarda, takvime ve saate göre aynı zaman, harita ve sekstanta göre aynı mekân diliminde birden fazla yapı bulunması doğaldır.

işin aslına bakarsak da, anomie dediğimiz olgu, bunca farklı ( immanuel wallerstein'ın tâbiri ile) "zaman-mekân"ın modern (3) karşısında direnç gösteremediği yaşamsal siklonların hiatuslarında ortaya çıkar.

nasıl mı? arkadan gelen postun konusu da bu zâten...


---------
(*) yun., kuralsızlık
(2) ulusal globalite ile kastedilen, bir coğrafî birimin pazar ve ekonomik bütünleşme çerçevesinde ulusal sınırların tamamı veya büyük bölümü dahilinde tek yapı oluşturmasıdır. son kriz de göstermiştir ki, amerikan ekonomisi II. savaş sonrasında ulusal entegrasyon sağlamış, dünyanın en büyük iktisadî varlığına dönüşmüştür. ancak içe dönük kalarak da, ağırlığı itibarı ile, hâlâ dünyevî bir globalite düzeyine ermekten geri kalmıştır. o zamanlarki aynı ulusal ve yerel globalite içinde çırpınmaktadır. zâten son finans kasırgası da kapitalist sistemin o dev ekonomik gücü rekabetçi evrensel şemasının içine çekecek kuvvetler uyguladığı bir girdaptır, o kadar.
(3) "modern", benim lugatimde matematik esaslara dayanan düşünme, mülâhaza ve praxis sistemleri üzerine kurulu medeniyetin adıdır. bir yaşama ve üretip, tüketme biçiminden ibaret olmayıp, bir kültür, yâni zihin yürütme yöntemidir (gâvurca söyleyeyim: way of mind).