Tuesday, November 18, 2008

globalite pantalon üretmekle olmaz, pantalonsuz bile olur, kültürsüz olmaz

önce sabah'ta yavuz donat'ın sütunundan alıntı yapalım:

{ aşçılar ve taşçılar

bir yanda "işsizlik tırmanırken..." bir yanda da "yetişmiş eleman sıkıntısı" yaşanıyor. gaziantep "orta yolu" bulmuş. büyükşehir belediye başkanı dr. asım güzelbey'le dolaşırken gördük ve dinledik ki: aşçılık okulu açılmış... antep yemekleri üzerine. taşçılık okulu açılmış... iki yaşlı amca öğretmenlik yapıyor... taş ustalığını öğretiyorlar. mozaik okulu... öğrencilerin çoğu kadın. 10 bin kişiye, 32 ayrı branşta ders. bir yanda "işsiz üniversite mezunları..." bir yanda da "taş ustalığını" öğrenip, istanbul'a, halep'e, izmir'e "çeşme yapmaya" gidenler. taş ustası olanların içinde eski "madde bağımlıları" bile var... en çok da onların "topluma kazandırılmalarına" sevindik. }

yavuz ağbi (1) antep'in çehresinin nasıl değiştiğini, o muhteşem mutfağının nasıl bir cazibe kaynağına dönüştürüldüğünü, ira fürstenberg gibi (eskimiş bile olsa) asil star'ların şehri nasıl ziyaret ettiklerini falan da yazarak sonuca varmış: gaziantep sınıf atlıyor...

antep, liman şehri olmasa da doğunun aslî medenî (2) merkezi olarak global dünyaya uygun bir rol üstlenmede... sadece baklava, lahmacun ve bakır mangal ile değil, sanayii, ticareti vs. ile de.

ammaaaaa... en başta da kültür geliştirebilmiş, tarihini insanlık tarihinin içinden akan rolü ile birlikte süzmüş; bugün ile geçmiş arasında, yaşantılarda sürdürülen bir geçişkenlik yaratabilmiş bir şehir olduğu için. kuşkusuz, o hoyratlık dönemlerinde, erken 50lerden itibaren dalgalar halinde tüm ülkeyi saran ve şehre doluşmanın şehirleşme zan edildiği, anadolu hisarı'na gecekondu kondurulmasının demokrasi sanıldığı, köylülüğün ilk def'a erdem olmaya teşebbüs edebildiği ve de bilhassa da erken 80lerde her tür yozluğun, cehâletin, kabalığın kurumsallaşarak nerdeyse ulusal kültürel hedef ve meziyet olarak benimsendiği kültür devrimlerinden (3) antep de payını aldı. onlarca saray, konak, anıt binâ ve ev, beton zevksizlik âbideleri dikmek uğruna dozerlere teslim edildi.

yine de bir tarihi olduğunu hatılrayacak kadar benliğinden sıyrılmamış idi anlaşılan ki, antep, nisbeten erken uyandı. şehir ve şehirlilik kültürünü canlandırmaya başladı, canlandırdıkça da iş âlemindeki ağırlığı ve türkiye çapında dahî olsa, global varoluş içindeki payı yükseldi.

özetle, antep'in ekonomik ve sosyal medenî merkez olarak belirginleşmesini "kültür"ü sağladı.

ve şimdi, ülkenin cazip turistik "destination"larından biri olarak da tebaruz etmekte.

çünkü antep, kültürünü, tarihini değer bildi, değerlendirdi. çünkü antep, böylelikle, sadece soluk alınıp verilen ve işten eve gidilen bir yerleşim yeri değil, zihinleri de besleyerek yaşayan bir şehir olarak büyükleşti. çünkü antep, yaşamanın tek tarifi olan duyusal hazlar geliştirme zenaatin, ama bakırcıların tokmak seslerinde, ama kilim dokumalarında, ama lahmacun ve baklavanın lezzetinde, ama kuşların cıvıltısında yakaladı ve medenî hayatının bütününe de nakş etti.

***
bundan 15 yıl önce yurt içinde ve dışında sanatçılar, aydınlar kasabası diye anılır iken ülkenin et pazarına dönüşen bodrum gibi, ruhunu kültürsüzlüğün sefalet ve fakrına teslim eden; pijama yerine eşofman altı ile sokağa çıkmayı şehirlilik sanan bilumum "kent"lerin muhterem ahalî ve yöneticilerine hayırlar ve esenlikler dilerim, efendim.

en başta da, gâvurluktan kurtuldukça kıraçlaşan, çocukluğumun canım izmir'ine...

[not: şimdi semiha baban hocamız ile kısa bir sohbet ettim. eşi, değerli üstad yaşar kemal ustanın taaa 1953'te antep'in insanına ve kültürüne bakarak, geleceğin büyük sanayi şehri olacağını bir röportajda (4) yazdığını söyledi. ]

--------
(1) yavuz donat ile zamanında, seçim gezilerinde linç girişimlerinden beraber kaçmışlığımız bile var. elbet de ağbi derim.
(2) orijinal anlamı ile: şehirli (medineli)
(3) kültür devrimi, çin'de mao çe dung'un köylü işi komünizmi yerleştirmek için gûyâ "burjuvazi" izlerini ve etkilerini ortadan kaldırmak üzere kalkıştığı, sonsuz sayıda yoz genç partilinin de cellâd rolünü üstlendiği, binlerce sanat eserinin, tarihî kalıntının, muhteşem çin kültür mirası birikiminin yok edildiği bir kültür katliamıdır. benzer ama çooook daha küçük ölçekli bir kıyam ve kıyıma da talibân afganistanında şahit olmuş idik, altı-yedi sene önce.
(4) hayır, o ayşe arman, neşe düzel gibi hanımların yaptıklarına röportaj değil, "mülâkat" denir. röportaj, bir olayı ya da olay kahramanını rapor (report) etmek, yâni, değişik boyutları ile haber haline getirmektir. yaşar kemal gökçeli de bu işin üstad-ı âzamlarından biridir.

Thursday, November 6, 2008

mecburî bir hatırlatma

şu sam amca - tom amca çatışması (!?!) ve hussein'in şahsında sam amca'nın tom amcalaşması sanrıları konusunda bir kaç hatırlatma, bizzat kendi akıl sağlığım açısından bir zarûret oldu:

1. beyaz, orta sınıf, sokaktaki amerikalının "amerika"sı, "zencileri" değil, "zenciliği" sevmez. amerika, en azından son 50 yıldır, siyahî veya muhtelif renkli vatandaşlarına yükselme yolunu kapatan bir toplumun ülkesi değildir. en azından, amerikalı orta sınıf bir zenci, almanya'daki bir türk'ten çok daha iyi bir statüdedir.
amerika, zenci olmayı, bilmem kaç yüz yıl önce çekilmiş kölelik ızdırâbının, üstelik de beyaz vicdanlarda sızlayan acılarını tersten sömürmek sûreti ile bazı imtiyazlar edinmek veyâ toplum ile uyum yerine suçtan serkeşliğe kadar uzanan bir uyuşukluk, tembellik, kural tanımazlık, aymazlık ve uymazlık çizgisini meşrû kılacak bahâne gibi kullanmayı âdet edinen zencilik alt-kültürünü sevmez. sokaklarda korkmadan yürümeye izin vermeyen serserilerin, soyguncuların, kaatillerin çoğunlıkla o kültürden gelme zenciler arasından çıkmasından dolayı da, bir siyahî vatandaşı önce bir araf aralığında bekletip, gözleyip ondan sonra içine almayı yeğleyebilir. bu ayırımcılık da olsa, bir nefsi müdafaa refleksidir ve en azından zenci altkültürünün "bizi köle yaptınız, şimdi de besleyin" beleşçiliği kadar meşrûdur.
durum, bir bakıma avrupa'daki müslüman göçmenlerinki ile benzeşmektedir. fark şu ki, çoğunluğu muhammedî olan o göçmenler konusunda, avrupa, müslümanlığa karşı olmamakla birlikte, zenci alt-kültürünün davranış kalıplarını pek fenâ halde andıran sosyal uyumsuzluk örüntülerine sarılmaları dolayısıyla, giderek müslümanları sevmemektedir.
barack hussein obama, zencilik alt kültürü ile yaşayan/yetişen siyahî kesimin aşırı uçlarınca "beyaz zenci" sayılabilecek bir kategori üyesi olabilecek kadar sosyal yükselme basamaklarını başarıyla tırmanabilmiş bir siyahîdir. bütün gerekli şartları hâiz olduğu için, başkan olmasında da hiç bir acaiplik yoktur.
yâni, tom amcaların zâten beyaz mahallelerinde yaşayan ve çocukları beyaz arkadaşları ile okula vs. giderken "good morning mr. tom" diye selâmlanan amerikalı olmayı başarmış zümresine dahildir. üstelik "mr. tom" diye de anılmaz, soyadı söylenir.
bu arada da, "tom amcanın kulubesi", orada bizdeki kadar meşhur bir eser sayılmaz.

2. türkiye ve ermeni lobisinin talepleri, emîn olunuz ki barack obama'nın "immediate" mes'eleleri arasında kampanya otobüsünün camındaki sinek pisliği kadar dahi önem ve ehem arz etmemektedir. daha uzunca dönemde de etmeyecektir. ancak ırak rezâletinin ayıklanması sırasında iş sıkışırsa, kıbrıs'tan kürdistan'a kadar her konuda amerika ile çatışan menfaat şemaları üzerinden siyaset yapmaya çalışan türkiye'nin, hele ki ekonomik bunalma dönemi ancak başlarken, işi kolay olmayacaktır.
bu dert obama değil, vural öger, hattâ abdullah gül amerika'ya başkan seçilse yine türkiye'nin başına vuracak cinstendir. ankara, memleketimizin en birinci önceliği olan futbolda kontrpiye tâbir edilen ters ayağa düşme oyunundan kurtulmak istiyor ise, dışarıya değil içine bakmak ve dış politika belirleyen status quo, nerelerden taviz kaldırır, onu hesaplamak zorundadır. komşudan kaz bekleyen, tavuğu olkmasa da yumurtayı gözden çıkarmak zorundadır.

garfucius'tan bir inci

büyük düşünmek, fare yerine fil tahayyûl etmek değildir (*)...

---------
(*) hussein obama'nın zaferi üzerine türk basınında "yorum" niyetine yayınlanan zırvalarrla doğrudan ilintilidir.

garfucius,
"aptallarla tartışma" düsturu muvacehesinde bu konuyu münakaşa etmeyecek ancak bir ara "işin aydınlatıcı esasiyesi"ni yazacaktır. çok mu havalı ve iddialı? memleketin en büyük ceridesi hürriyet, yüzücü kızımız merve'nin trajik ölümü dolayısıyla "amerika'yı mahkemeye veriyoruz," diye manşet atarsa, kusura bakmayın da garfucius kendini bilge sayma hakkını ihkak edebilir!

Monday, November 3, 2008

"terör" dediğimiz de bir suçtur; demokraside de olur!

türkiye'nin giderek büyüyen kürt sorunu üzerine birleştirici olduğunu sandığı nutuklar atmayı doğru ve iyi siyaset zanneden tayyib efendi, hakkâri gibi netâmeli, kürdî hassasiyetin doruğa yükseldiği bir ilde nutuk atarken ne buyurmuş: "bunlar (pkk) da (...çekirge gibi...) fazla atlayamayacaklar. her geçen gün eriyecekler ve benim milletim bunlara gereken dersi er veya geç verecek. şu anda geldikleri noktanın çok daha gerisine gidecekler. niçin? çünkü terörle demokrasi bir arada olamaz, bunu böyle bilelim. terörle özgürlük bir arada olamaz, bunu böyle bilelim..."

benim bildiğim, t.c. anayasasında; yâni, doğrulması imkânsız beline avrupa zoru ile biraz destek atılmasına rağmen özünde 12 eylül faşizminin eseri olan 1982 anayasasında bile, ülke bir "demokratik hukuk devleti" diye anılmaktadır.

terör, eğer devletin bu demokratik niteliğinin ortadan kalkması için gerekçe sayılır hale gelmiş ise, tayyib efendi'nin "terörle demokrasi ve özgürlük bir arada olamaz, bunu böyle bilelim," cevheri ile kenan evren'in 12 eylül 1980 günü trt radyo ve tv'lerinden yaptığı ihtilal duyurusu arasında mantık yapısı bakımından fark yok demektir.

eğer tayyib efendi bu lafla türkiye'nin tümünde değil de, "terör"ün bir iç harp yoğunluğuna ulaştığı güneydoğpu - doğu ve kürt yoğunluklu bölgelerinde demokrasinin olamayacağını kast etmekte ise, bu da doğrudan bölücülük yapmak sayılır.

"terörle demokrasi, terörle özgürlük bir arada olamaz" lâfı, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın demokrasiyi aslen değil de, daha çok usulen benimser göründüklerinin de bir delîli: hukûmet edenin görevi, anayasal düzeni, yani demokratik hukuk devletini korumak, kollamak; o hukuk sistemi tarafından kanunlar aracılığı ile öngörülen suçların işlenmesini mâkûl ölçüde önlemek, önleyemediği durumlarda da, suç işleyenleri kovuşturmak, cezalandırmaktır.

terör var diye demokrasiden vaz geçmek diye bir lüks, 1982 anayasasında bile mevcut değildir. zâten, ispanya, kuzey irlanda dolayısıyla ingiltere vs., ve hattâ hindistan örnekleri, terörün demokrasi ile yönetilen ülkelerde de var olabileceğini ama bunun demokrasiyi ortadan kaldıramaya gerekçe olamayacağını da göstermektedirler.

neticede terör, adî ama genellikle ağır suç sayılan eylemler var ise mevcuttur. fikir düzeyinde terör de suç da olamaz. yâni, terör, aslen suç sayılan bir eylemden ibarettir. demokratik hukûmetin, demokraside hukûmet etmenin esası da, ülkenin hukuk düzenini kanunları uygulayarak, uygulatarak tesis etmek, o suçları engellemek ve/veya cezâlandırmaktır.

"terörle demokrasi ve özgürlük bir arada olamaz" gibi, şeyhin kendinden menkûl kerâmet ile dolu lâflar, suç işleyen mahdud sayıda kişi yüzünden milyonların demokrasi hakkını gasp etmeyi vatanseverlik veyâ en azından siyaset sanan darbecilerin mantığıdır.

hukuk dışı olduğu kadar, siyasî aczin de ifâdesidir.

adî suçların önüne geçecek dirâyeti göstermekteki aczin... terör diye şişirilen eylemlerin, adî bir çetenin, muhtemelen karanlık ilişkilerle de beslenen adî suçları olduğunu saklayıp, terör kavramının zihinlerde yarattığı dehşetin arkasına saklanan bir aczin...

o aczi itiraf etmektense, terörü, demokrasiyi iptal edebilecek bir unsurmuşçasına sunan "terörle demokrasi, terörle özgürlük bir arada olamaz" uslûbunda cevherler döktürmek, teröre gerçekte asla edinemeyeceği bir güç atfetmek anlamına gelir.

bu tür bir gaf da,halka demokrasi konusunda hitâb eden iyi bir siyaset erbabına değil, ancak ayak parmaklarının aralarını iyi yıkamak sûreti ile diğer müslümanları kokuya gark etmemenin fazîleti konusunda vaaz veren bir kenar mahalle camii hatibine yakışır.