Monday, July 30, 2007

ce-he-pe' den hâlâ da ne köy olur ne kasaba

deniz baykal, türkiye’nin gelmiş geçmiş en “başarılı” politikacısıdır. acemilik evresini atlatıp, bülent ecevit’ in karşısına rakip diye dikildiği 70’lerin ikinci yarısından, zincirbozan sonrası siyasi yeniden yapılanma esnasında 12 eylül’ün çöpe attığı cumhuriyet halt fırkası’nı allayıp, pullayıp zaten üçe beşe bölünmüş gûya sol partiler bedestenine yeniden salmaya; “sol”u paramparça ederek “birleştirmek”ten tansu çiller’in manâlı ve buğulu gözlerinde selefleri sos-demler gibi kaybolup, dayanılamaz etkisi altında kalırım kaygısı ile, kadıncağızın yüzüne bile bakmaktan kaçınarak (*) iktidardan fırtmaya, “illa da seçim” diye tutturup, meclis dışında kalmaya; iktidara gelmenin her parti için başlıca amaç olduğunu unutup “barajı mutlaka aşacağız” diye nutuk atıp, cumhuriyet halt fırkası’nı çurçur partiler arasındaki mümtaz konumuna irca etmeye, siyasi kariyerinde muhalefetten başka hiç bir iş yapmamış – lûtfen dikkat, “ yapmamış” demekteyim, “işe yaramamış” da yazabilirdim – olmanın “kişi kendini nasıl bilirse...” meseline dayalı tecrübesi ile, cumhuriyet halt fırkası içinde sovyet komonizmasındaki kadar bile muhalefete izin vermemiş ve 30 yılı mütecaviz kariyeri boyunca “bu adam siyasi değil de, ne bileyim, yozgat’ın bir köyünde bakkal olsa, katkıları açısından türkiye’de ne değişirdi?” sorusuna kooccaman bir “HİİİİÇ!”ten başka cevap bırakmamış olmasına rağmen, baykal türkiye’nin en azından 1950 sonrası siyasi tarihindeki en başarılı politikacıdır!

çünkü baykal hakkkında, bütün bunlar (**), üstelik bütün bunlara rağmen, hâlâ yazılıp, söylenebilmektir. çünkü baykal, bütün bunlara ve hemen hemen herkese de rağmen, hâlâ geçtim fırka içini, solda lider konumundadır.

pek âlâ da, bana ne?

doğrusunu isterseniz, cumhuriyet halt fırkası ya da, fırkada haltçıbaşı işini kimin yaptığı umurumda dahi değil. “sadık” sevgili okuyucularım “neden oy verilmez” dizisinin son yazısında “belki birkaç kişi ya da örgüt ortaya çıkıp, doğru dürüst program çerçevesinde siyaset yapmaya soyunur” derken bile, cumhuriyet halt fırkası’ nı bu ihtimalin iyimser menziline dahil edecek kredi açmadığımı sezmişlerdir. gelgelelim, bugün hürriyet’e bakarken, mehmet yakup yılmaz’ın cumhuriyet halt fırkası’ndan hâlâ umut dolu sözlerle bahsedebilecek gaflet içinde kaldığını gördüm. muhterem halefime (***), muhterem cumhurumuzun sabık muhterem başkanı, politik literatürümüzdeki en populer siyasi cevherdar süleyman bey'den bir vecize hatırlatayım dedim: 70’lerdeki seçim kampanyalarından birinde ecevit “köy-kent” adını verdiği bir ucube proje uydurmuş, “kırsal kesim”e satmaya çalışmakta idi. çoban sülü ise, köylüyü “ce-he-pe köy-kent numarasıyla sizi göçe zorlayacak”, diyerek korkutmakta ve göçten kurtulmak istiyorlarsa, oylarını kırat'a vermelerini söylemekte idi. işte o kampanya konuşmalarından birinde de, cumhuriyet halt fırkası’nı şöyle değerlendirmişti:

bunlardan ne köy olur ne kasaba”...

mehmet’e ve muhterem entelejentsiyamıza saygılarımla duyururum...

--------
(*) en azından etrafta kamera varken...
(**) ki “bunlar”, - tabii ki değmez ama – uzattıkça uzayabilecek bir listedir. hazretin kariyeri “osmanlı bankası” garabesi ile başlayıp, dolambaçlı nice yollardan, 367 maskaralığını bile solda bırakan siyasi acaipliklerden sonra “sağçöktübenayaktayım” utanmazlığına kadar varmıştır.
(***) mehmet yankı’ ya ben ayrıldıktan sonra başladı. İkimiz de kışlalı mektebinden sayılırız, ikimiz de hıncal (uluç) abinin tedrisinden geçtik falan da, o seb’at etti, ben , ilk fırsatta kapağı akademiye, oradan da denize atacak kadar, gazeteciliği hep “ikinci sınıf uğraş” gibi gördüm.

Sunday, July 29, 2007

seçim tahminleri... vaa mı pilaca giden?

ben millete a-ke-pe için yüzde 45 deyip duruyordum ama 41 buraya yazmışım. elbet yazılı olan geçerlidir. bu durumda bile oturduğum yerden "exit poll" almadan bu işi yapanlar kadar becerebildiğimi gösterir... "erdemli tarhana" lafını millete kaşık kaşık yutturan tarhan erdem'den sonra en iyi olan (galiba) verso-sam'dan iyi tutturmuşum (*). hoh...hoh...hoh...

haaa, bu arada öyle acaip biliciyim, kül yutmam, gaz kesmem, eş(ş)ekten düşmem diye bir iddiam da yok, belirteyim. sadece halkımın haltperest zümresi ce-he(ha?)-pe denen umutsuzluk dergahını neredeyse iktidara getirecek rakkamlar zikretmeye başlayınca dayanamadım ben de toto oynadım. yahu bizim mülkiyeliler birliğine kalsa baykal 30+ kazanacaktı, okumadınız mı?

bir de bizim veysel (batmaz) gibi tahminde çuvallayıp sonra istatistik lafazanlıklarla kıvırtmaya debelenenlerle dalga geçme hakkımı saklı tutmak için.

aaaah uulan ah, bir de dönüp eski postları okuyup yüzde 41'i 45 diye düzelteymişim... yok mu ya, kendimi "uzman" diye bile yuttururmuşum... ama pek meşguldüm, elimdeki yazı daha şiimdi bitti.

haa, bu arada demedim mi ben size, tatilinizden feragat edip de demokrasi turnaları gibi sandığa koşup a-ke-pe'ye extra meşruiyet kazandırmayın, demokrasi zurnaları gibi ötersiniz diye... şimdi buyurun gül gibi bi de cumhurreisi verelim size.

şaka bir yana, türkiye'nin geleceği tayyib efendi & co'nin bu seçimde kazandıkları kat'i meşruiyeti "artık bir arada yaşamayı beceremeyecek kadar başıbozuk hale gelip, bu anomi halini birey/lik/selli/cilik sanacak kadar da felsefesiz ve de toplumsal yaşamın fiziki ve psişik alanı olan medeniyeti kavrayıp kullanmada vahim cahil üstelik de ısrarlı olan türk 'halkı' arasında yeni bir sosyal kontrat oluşturmak" yönünde nasıl değerlendirebileceklerine büyük ölçüde bağlı.

eh... tabii ki şimdi kalkıp da bunu yazmayacağım, merak etmeyin. ben gidip biraz gemiyle gezeyim. arkadaşlarım bodrum ile koylar arasında tarifeli dolmuş yapan 30 mil sürat yetenekli, karadan işleyen dolmuşlardan kat-be-kat zevkli, hızlı, akılcı üstelik de gayet ekonomik bir tekneyi dün sefere soktular. ben da avantadan "takılıpdurum".

vaa mı pilaclara giden? tarife saatinde kalkıyoouuuu...


--------
(*) bana ilettikleri tahmin % akp 40.3, chp 22.7, mhp 15.6

Friday, July 20, 2007

hayırlı pazarlar... oy vermemenin erdemi üzerine son söz!

büyük güne 36 saat falan kaldı ama hala kiminle konuşsam, tayyib efendi ve mütedeyyin (1)
siyaset kumpanyasını desteklememekte ise eğer, oyunu nasıl kullanacağı konusunda kararsız. eh, baskın da ancak istanbul'un bir bölgesinde baskın çıkabileceğine göre, cennet vatanın geri kalanında , mevcut muhalefetten de gayri memnun hayli kalabalık bir anti a-ke-pe kesime homurdana homurdana gidip sevmedikleri parti ve kişilere gûya kutlu oylarını atmak düşecek...
akıllanıp da, cinnete vurup sandığı boykot edecekler hariç tabii...

eh, aziz halkım... en şapşal çoban bile ağıldaki koyunların adedini bilirken, şaşkın bürokrat taifesi siz değerli seçmenleri suçsuz günahsız eve hapsettikleri halde, ne sayabildiler, ne kütüklere doğru dürüst yazabildiler. tek kıvırabildikleri, kendi beceriksizlikleri yüzünden, mübarek evetlerinizi basıp da meb'us seçeceğiniz siyaset esnafının da işbirliği ile, hepinizi potansiyel sahtekar addederek parmaklarınızı damgalayacakları boyayı üçüncü dünyanın bir köşesinden ithal etmeyi örgütlemek oldu ya; nasıl olsa cumhuriyeti, memleketi veya ocaktaki kuru fasülyeyi ve saire kurtarmak bahanesi ile, belki de salt o cezayı ödememek için, pazar sabahı şenlikli rûyaları yarım bırakıp, kuyruklara girdikten sonra şöyle muhabbetler dinleyeceksiniz artık "ben boxil ile sildim ama mürekkkep çıkmadı parmağımdan"... "aaa kardeş, nafile uğraşma ayol, bizimki zımpara ile kazıdı gene duruyooo... enişte de baltayla parmağını uçurmuş amma"...

bu fasıl işin tatava veçhesi de, sandığa sırt çevirmek yerine, gidip, hadi adı ile söyleyelim, mesela cumhuriyet halt partisine oy vermekle sadece ve sadece, bu acaip ve anakronik siyaset örgütünün mevcud hali, ideali, oluşu, duruşu ve daha korkuncu, reisi ile meşruiyetini tasdik etmiş olacağınızın farkında değil misiniz? sizce, cumhuriyet halt fırkası, bu onayınızı geçici bir güven ödünçü olarak mı, yoksa devlet bankasından lüpletilmiş kredi gibi, üstüne yatılacak bir avanta olarak mı değerlendirecek? cumhuriyet halt fırkası, hiç bir konuda hiç bir politika üretemeyen, şirret bir örgüt olmayı bırakıp, ülkeyi global bir dinamizm içine taşıyacak çözümler arayışına mı girecek? yoksa, "bu tutum bize bir baraj daha atlattırdıysa, yolumuz doğrudur, zaten dere geçerken at değiştirilmez, aynen devam" mantığı ile yine bildiğini mi okuyacak?

cumhuriyet halt fırkası burada nuri alço rolünde ama, iş kötü adamı oynamaya gelince, aynı argüman bütün gûya muhalefet partileri için de geçerli değil mi?

hem, bunca tantanadan sonra a-ke-pe yine de kazanınca, 1950'lerin halkçı - demokrat çatışmasını andıran, tamiri güç bir sosyal kırılma zuhur etmeyecek mi?

üstelik de cumhuriyet halt fırkasının bu çatışmada kendine atfettiği meşruiyet, sizin kerhen verdiğiniz oylardan kaynaklanacak...

özetle, cumhuriyet halt fırkasına ya da gûya muhalefete kerhen ve çaresizlikten oy vererek, hem istediğiniz gibi bir siyaset bulma ihtimalinizden baştan feragat etmektesiniz; hem pek de istemediğiniz, hoşlanmayağınız uygulamalardan geri durmayacağını bildiğiniz bir partiyi onaylamaktasınız... hem de, yakın tarihe bakınca görüyorsunuz ki, bizatihi kurtulmak istediğiniz siyasi tehlikeyi, yani tayyib efendi ve mütedeyyin siyasi kumpanya şeriklerini (2) güçlendirip, becerikli, işe yarar, çözümcü bir siyasi kadro imajına kavuşturan çapsızlar,bizzat onlardan kurtulmak için bir umut sarıldıklarınız değil mi?

oysa, sandığı boykot ile:

1. tayyib efendi ve mütedeyyinler siyaset kumpanyasını reddettiğinizi zımnen ama aslında alenen (3) beyan etmektesiniz;
2. hâlâ 12 eylül anayasasına sığınarak, hatta fazileti o metinde bularak siyaset yapan, başta halt fırkası, bilumum siyaset esnafına, onları da a-ke-pe gibi veya a-ke-pe kadar kınadığınızı bildirmektesiniz;
3. madem ki yüzde 34 oy / yüzde 64 temsil orantısızlığı dolayısıyla a-ke-pe'ye karşı bir güven ve meşruiyet faturası kesmektesiniz, boykot ile, aynı faturadan paylarına düşenleri diğer partilere de göndermektesiniz; "siz ve salt sizlerden mürekkep bir parlamento beni temsil etmemekte, en azından eksik temsil etmektedir," diye sessizliğinizle haykırmaktasınız;
4. böylece, siyasi sistemin parlamanter ayağına, bir meşruiyet boşluğu katmaktasınız;
5. meşruiyet boşluğu, özünde, menfaatlerin ortak düzlemlerde, örgütlü ve eşitlikçi rekabet şartları içinde aranması demek olan demokratik siyaseti, futbol gibi, adına parlamento denilen sınırları belirli bir saha içinde oynanan bir oyun olmaktan çıkarmakta, toplumun tamamına, gündelik hayata, gündelik insani sorunlara ve çözümlere taşımakta - böylelikle de, temsilci sıfatıyla seçilenlerin "hizmetkâr", seçenlerin hizmetkârlarından hesap soran asiller (4) olarak işlev yaptıkları, siyasetin denetiminin dört-beş yılda bir verilen oy ile değil, her an her yerde sürdüğü bir siyasi sistemin, demokratik yenilenmenin önünü açabilecek bir fırsat sunmakta;
6. ötesi, gerek mevcut gûya muhalifler, gerekse toplumda kaynaşan diğer dinamizm yoğunlaşmalarından kaynaklanabilecek ve " bre kardeşim... tayyib efendi ve kumpanyası da, cumhuriyet halt fırkasını ve diğerlerini de beğenmiyor musun? senin istediğin siyaset ögeleri şunlar ve bunlar mı? işte benim programımda var. nasıl uygulayacağımı, kaynaklarını ve saire de şurada anlatıyorum... buyur gel, bize katıl veya bir dahaki seçimde oyunu bize at", diye karşınıza dikilebilecek yeni siyasi oluşumları ve katılımcılığı da teşvik etmektesiniz!

gelin, düşünce yöntemimizde bir değişiklik yapalım ve bir def'alığına herşeyi olduğu gibi görelim, görmek istediğimiz gibi değil: beğensek de beğenmesek de tayyib efendi ve mütedeyyin siyaset kumpanyası, son 10 yılda icraatı en başarılı (5) hükûmet idi.

şimdi, a-ke-pe, en azından referans gösterebilecek ve kendinden olmayanlara dahi cazip gelebilecek "kolaylaştırılmış sağlık hizmeti" gibi uygulamaları sürdürme vaadi ile karşımızda. cumhuriyet halt fırkası ve ötekiler ise, seçmene mantık çerçevesine oturtulmamış metafizik kavramlar ile ulaşmaya çalışmakta. laisizm konusunda bile, milletin rakıya düşkünlüğü, emin olun halt fırkasının çığırtkanlığından çok daha sağlam bir güvence. hepimiz de biliyoruz ki, maazallah iktidar olsalar, tek tek ya da koalisyon halinde gûya muhalifler, ecevit'in bol kriz soslu yönetimini bile mumla aratacaklar bize...

tayyib efendi ve mütedeyyin siyaset kumpanyasını orta vadede mutlak muzaffer kılacak daha etkin bir siyasi hal aklınıza çalınıyor mu?

size bir gemicilik sırrı da vereyim: bayılan (bir yanına yatan) tekneyi doğrultmanın yolu, bayıldığı tarafa safra almaktır. karşı (görece sudan üstte kalan) tarafı yüklerseniz, devrilirsiniz!

daha entellektüel bir çağrışım daha ister mi idiniz? buyurun... 16. yy din savaşları sırasında fransa'da katolik kilisesini ayakta tutan, meşhur st. barthélemy katliamından zor kurtulan protestan henri de bearn'ın, IV. henri olarak tahta çıkması idi (6).

demek ki neymiş? bazan çözüm bulmanın yolu problem yaratabilmekten geçermiiiiş! pazar sabahı, tatlı uykunuzu sandık uğruna bölmeden önce bir daha düşünün bence...

hadi, hayırlı pazarlar...

------
(1) dini hassasiyeti yüksek... hani şu cumhurbaşkanında "istemediğimiz" nitelik
(2) ortak. "şirket" kelimesi de aynı kökten gelir, "ortaklık" anlamına...
(3) kaza olur, genç nesilden biri okur mokur; "zımnen", açıkça (yani, alenen) değil ama hareket, işaret vs. ile göstererek mesaj iletmek demek. ama burada mesaj öyle açık ki, anlamayana ahmak bile denmez, siyasi inatçı denebilir ancak.
(4) aristokrat anlamında değil, asıl - vekil ilişkisi içinde.
(5) mutlak anlamda başarılı değil, (kanımca) özünde kötü... ama görece hepsi kendisinden de kötü olan diğerlerinden başarılı.
(6) henri, paris'e (paris hilton değil, şehir) girmek için katolik oldu. katolik bourbon hanedanı ve rakip guise ailesi arasındaki savaşlardan büyük zarar gören kilise, yavaş yavaş toplanmaya başladı. jesuit hareketi, katolik reformasyon sürecine dam gasını vurdu, mazzarin, richelieu gibi kardinalller, fransa'nın bir ulus devlet/kraliyet olarak yükselmesinde önemli rol üstlendiler.

kış uykusu olaydı, yatardım

bu akşam keyfim yerinde. mazot pompasındaki hain ve sinsi arızayı nihayet keşfettik, daha doğrusu ben ısrar edince bodrum marina sailor teknik servisinden, bizim çarkçıbaşı aydemir'in ve volvo mehmet'in adamı ibrahim usta açtı buldu, artık sarpa, tam tornistan ederken öksürüp tıksırmadan, aslanlar gibi manevra da yapabilecek, tıknefes olmadan yolunu da... inşallah (!) yarın bir-iki ayar, düzeltme-doğrultma işi de biterse, kızımın yeni minderlerini, tentesini, yataklarını da yerleştirip, noiseville'in gümbürtüsü başıma vurdukça denize saracağım kendimi.

ama daha da önemlisi, bir yandan petros'un kitabına yazı, john karkazis'in makalesine comment yetiştirmeye çalışırken; bir yandan motosiklete atlayıp sanayi çarşısında bilmem hangi teknik sorunu çözmek arasında sarkaç gibi gidip gelen şizofrenik varoluş biçimim biraz rayına oturacak.

görüyorsunuz değil mi, ne zor şartlarda blog'uma destan düşerek tarihin şu kıvrımlı mecrada akan karanlık sularına ışık tutmak uğruna nasıl bir fedakarlık yapıyorum! 40 derece sıcakta (*) bunca işin arasında!

ya benim dahiyane münafık fikirlerimden istifade etmeden gideydiniz seçimlere? gönlüm razı gelir miydi hiç?

-----
(*) sıcağa bayılırım... hayır, sıcaktan değil sıcağa! bence yalnızca yaz mevsimi yaşansa, dünya çok daha sevimli bir yer olurdu. yeter ki bol su ve bol gölge olsun ve de açık, hafif giysiler. onun için itiraf edeyim, şikayetim sun'idir. keşke yöntemini bilsem de kışın ayılar gibi uykuya yatıp, ortalık ısınınca uyansam.

Thursday, July 19, 2007

seçim toto

hadi seçim toto oynayalım...

bence seçimde

akp yüzde 36 dan az, 41 den çok;
chp yüzde 11 den az, 16 dan çok;
mhp yüzde 9.9 dan az, 12 den çok

oy alamayacak...

geri kalan partiler toplam yüzde 10 u bulurlarsa iyi...

kürt seçmenler kıvırtacak, baskın oran ve ufuk uras kazanamayacaklar. en gaddar ihtimal ile ucu ucuna ancak baskın seçilecek (laf aramızda, keşke böyle olsa. baskın, dtp ipotek koyamadan meb'us olabilirse ortalığı yeterince karıştırabilir).

bağımsız adaylardan kürdi aşiretlere dayananlar ancak kazanacak. doğuda akp hariç partiler hüsrana uğrayabilirler.

bu tahmini sadece genelde yapılan yoklamaların verdiği izlenimler üzerinden oluşturdum. doğal olarak, her hangi bir ölçme imkanına şahsen sahip değilim.

toto halka açıktır, isteyen katılabilir.

bari baskın'a verin.

mahalle bakkalının dediği: abi tabii a-ke-pe'ye oyumu vereceğim. ötekiler (kısa hafızalı aziz milletime hatırlatayım, "demokratik sol" öncülüğünde, "şeriata karşı yürünmez" diyen ülkücü kökenli mesud bahtiyar efendinin yılmaz yönetiminde siyasi teneşiri boylayan "ılımlı sağ" anap, milliyetçi urgancı me-ha-pe falan bir tuhaf koalisyon kurulmuştu ya 90ların sonunda... ötekiler o oluyor... hani şu havada uçuşan anayasaların paymal olmuş yasaların hükümeti...) esnafa bir peşin vergi koydular... altı milyar lira! bunlar geldi kaldırdı. şimdi 600 kağıt ödüyorum tamaaam...

yok hayır, tayyib efendi'nin populist seçim ekonomisi taktiklerinden falan bahsetmeyeceğim. ne zamandır millete a-ke-pe'nin tipitip marka ciklet ambalajından fırlamadığını, evveliyatın ürünü olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

diyorum ki, eğer tayyib efendi & co. 3 kasım 2002de sil-süpür iktidara gelebildi ise, bunun bir etkeni de daha önceki iktidarların ortaya koyduğu sefalet ve rezalet tablolarıdır. tek siyasi sermaye olarak kişisel dürüstlüğünü ortaya koyan ama "kendi dövizini kendin bul"dan, tmsf elinde toplanan bankalarda dönen acaip işlere kadar, her türlü katakullinin onun döneminde döndüğü bülent ecevit, a-ke-pe'nin siyasi ebesidir. kemal derviş doğum hemşiresi, devlet bahçeli çocuk hekimi, mesud bahtiyar ağa doğumevi kantincisi ve saire...

uyan ey milletim!

a-ke-pe'yi gümbür gümbür anayasa değiştirecek (ama cumhura başkan seçemeyecek) çoğunlukla meclise taşıyan ucube seçim sistemi de yukarıda zikredilen uyanıklarca ve bizzat tayyib & co. ile kürdilihicazkâr makamlar ebediyyen meclis dışında kalsınlar diye apartılıp kopartılmış idi. bakmayın siz sosu tatsız sos-demlerin "yüzde 34 oyla yüzde 60 sandalyeli iktidar olur mu?" diye mızıkçılık etmelerine... ofsayttan gol atmaya çalışırken kontratakta madara oldular da ondan!

işte dediğim odur ki, ey ihvanlar, a-ke-pe'yi, tayyib efendi & co.'yi ve saire başımıza bela eden, bizatihi, sizin şeriata, liberalizme, avrupa'ya amerika'ya, kuşpalazı ve mayasıla karşı götürüp de felsefesiz, dolayısıyla aciz ama her seferinde de toplumu nahoş uçurum kenarlarına sürüklemekten geri kalmayacak kadar kifayetsiz muhteris politikacı makulesine takdim ettiğiniz mübarek oylarınızdan başka bir nesne değildir.

şimdi de arssslanlar gibi, cumhuriyeti korumak için, atatürk devrimlerini ayakta tutmak için, bir yandan da "ama ben de müslümanım" diyebilmek için, gidin cumhuriyet halt partisi'ne mühürü basın.

yetmedi, arkada me-ha-pe var... "savaşkan" tavrı dahil her şeyi ile enver hoca devrindeki arnavutluk kadar özgün ve evrensel...

unutmayınız, tayyib efendi & co. iktidarının kendi meşruiyetinden kuşku duymasına yol açan başlıca bir etken de, geçen seçimde bilhassa "medeni" (*) kesimin önemli bir bölümünün seçimden uzak durması dolayısıyla ortada kalan "temsil yeterliliği" sorunsalı idi.

bu sefer bal kokusu almış arılar gibi sandığa üşüşürseniz ve de (araştırmaların öngördüğü gibi)
a-ke-pe oyunu arttırır ise, esas o zaman şimdiye kadar saman altından yürüttüğü işleri korkusuzca aleniyete dökmesini meşru hale getirdiğinizle kalırsınız. üstelik, oyunuzu bahşettiğiniz partinin sizi ve isteklerinizi tam temsil edip etmediğinden pek emin dahi olamadığınız halde...

bakkalın dediğini unutmayın... ecevit ve ortak taifesi devleti ahalinin önüne koydukları için bu tür tepkiler sonucu devrildiler. cumhuriyet halt partisi veya me-ha-pe'nin sosyo ekonomik paradigma ve icraat kaabiliyetlerinin daha iyi çıkmayacağı o kadar aşikar ki, bakkal efendi köy kökenli yaşama içgüdüsü ile meseleyi çözmüş bile! entellektüel değil ki kendini aldatmanın mazoşist zevkine tiryaki olsun!

haaa, illa da ben gidip, parmağımı boyayarak bana kafadan sahtekar muamelesi yapan devletime ve siyaset esnafına rağmen oy kullanacağım derseniz, bari baskın'a rey verin. seçilse bile o da boşa gider ama hiç değilse o kadar zarar vermez.

haaa, ben dedim diye baskın oran'dan uzak duracaksanız, yorulmayın. kulunuz, efendi hoca' dan pek hazzetmem. neden mi? elbet de yüz gerekçe sayabilirim ama vallahi rasyonel bir sebebi yok. sezgiler işte (**)!

------
(*) bkz: önceki postlar
(**) adil olmak lazım... sezgilerimin meslekdaşım baskın oran ın düşük bir siyasi performans düzeyi sergileyeceğine işaret eden hiç bir yönü yok...

Wednesday, July 18, 2007

claudia schiffer ve seçim, seçmek, seçememek

şu seçim meselesiyle ilgili bir kaç laf daha söyleyeceğim müsaadenizle... bu sabah hayatımdaki en önemli kadınlardan, evimi temizlemeye gelen, titizliği, çalışkanlığı, dürüstlüğü ile maruf ayşe hanım, nam-ı diğer claudia schiffer ile kahvaltı ediyorduk. ayşe hanım pazar günü programını sandık üzerine kurduğunu anlatıyordu. ben de kime oy vereceğini sordum. "valla bilmem," dedi. "hala karar vermedim. görüştüğüm kadınlar akp ye verme diyorlar. ben de hayatta baykal' a oy atmam (dikkat cumhuriyet halt fırkasına değil, baykal a atmayacak!). bunlar (akp) şimdiye kadar gelenlerin çoğundan daha iyiler ama zorla da bizi kapatmaya kalkamazlar her halde. ne bileyim, kararsız kaldım işte..."

bizim claudia bilinçli, şehir görmüş, tarihin başladığı yerlerde yetişmiş aydın bir kadındır. türkiye gibi asistemik bir üçbuçukuncu dünya ülkesinde seçimle, partiyle, genel başkanla ve hatta siyaset ile hiç bir sorunun çözülemeyeceğinin farkındadır. belki, öyle formüle etmese / edemese bile, işin devletin tepesine oturmak ve devlete ilişkin sorunları ahalinin sırtından hafifletmek kavgası olduğunu hissetmiştir.

onun için, oy vermenin kutsal vatan görevi, demokrasiye inanç, hele hele de "seçmek" ile ilgisi olmadığının da farkındadır. yanaştığı, avanta veya ihsan beklediği, dolayısıyla bayrağını sallayacağı bir parti de mevcut değildir.

sandığa gidiyorsa tek sebebi vardır: faşizan bir mantıkla, oy vermeyi mecburiyet haline getiren bir yasanın koyduğu para cezasını ödememek, zaten bir hayrı olmayan sistemin küçük bütçesinde bir delik daha açmasına izin vermemek.

bence, demokrasi ruhunun özünü oluşturan "meşru tercih seçenekleri" üzerine konan bu ipotek bile bu uyduruk seçime katılmamak için yeterli sebeptir.

"uyduruk" lafına mı takıldınız? hadi düşünelim biraz... niye seçime gidiyoruz? malum, asker - sivil "devlet" erkanı, cumhurbaşkanı seçimine müdahale etti. anayasamız ise, devleti başsız bırakmaktansa, vatandaşı süründürmeyi hak gördüğü için, yaz güz demeden emir üzerine yallah sandık, tepemize çullandı!..

niye seçim seçime benzemekten uzak? aaa... hiç mi partiler sistemini, lider müessesesini falan incelemediniz ayol? sanki aday listelerini baykal, bahçeli, tayyib ağa falan oturup da kafadan yazmasalar, istediğiniz gibi kişiler mi temsil edecekti yani sizi? 1950den beri olduğu üzere aynen...

niye yaz ortasında tatili matili bırakıp sandık başı yapıyoruz pek iyi? çünkü protesto, biat üzerine kurulu siyasi kültürümüzde yer almadığı gibi, "populer" kültürümüzde de namevcud da ondan!

kimsede hayatına devam edip, siyaseti marjinal bir eylem alanı kılacak yeterlikte vatandaşlık bilinci; siyasetin sadece resmi onay mercii olan parlamento ile sınırlı değil, ancak gündelik yaşamdan fışkırırsa demokratik seçimleri yansıtabilecek, menfaat ortaklaştırmaya dayanan bir iktidar üleşimi mekanizması olduğunu kavrayan bir şehir ruhu, eş deyişiyle medeniyet (*)kullanmak, geliştirmek, örgütlemek ve de uygulamak/yaşamak niyeti yok çünkü!

ve saire ve saire...

--------
(*) şehirli demek. sami dillerdeki şehir anlamına "madina/medine" kökünden

plazma

efendim bir müddettir sizlerden ayrı düşmenin acılarına gark olmuş yaşamaktayım. istanbul' da evsiz kalınca, bendeniz de yollara revanî, pardon, rev'a olup "noiseville"e, köyüme geldim.

gerçi, aziz yurdumda "gürültü" ile tarif edilemeyecek bir karışkare vatan toprağı bulmak hayli zorsa da, noiseville, onyıllar süren bir kırolaşma evrimi sonucu bu namı bileğinin hakkı, amplifikatörlerinin watt'ı, kulaklarının arasında kalan maddenin izolatör kaabiliyeti ile söke söke kazanmıştır.

daha "oooo ooo mastika mastika, cigarası malbora" veya "armudun iyisini yer misin, hesabı lütfen öder misin" gibi işit-sel estetiğin şahika noktalarında gezen selis şarkıların kültürümüzün çorak bahçelerini seller gibi suladığı dönemlerde yaygara, köyümüze alamet-i farika, yani ayırıcı işaret olmuştu bile. hatta rivayet midir gerçek mi bilinmez, devrin diktatör devlet başkanı kenan evren geldiğinde dahi tantananın devam ettiği, paşanın kızmasına ve hatta üç beş kişiyi sallandırma tehdidine rağmen hoparlörleri kıstırtamadığı, bir köyümtrak-kasabalaşmış-şehir bozuntusu efsanesi olarak hâlâ dillerde dolaşır.

tabii, efsanenin de fazla anlamı yoktur, "oooo mastika mastika, cigarası malbora" veya "armudun iyisini yer misin, hesabı lütfen öder misin" gibi selis şarkılardan "senin gözlerin var ya - vatan millet sakarya" ya da "acı domatezzzz gibi kızarıyorum" ve de "asuman, yapma bana pansuman" yollu müzikal şaheserlere uzanarak yetişen gençliğimiz, bilhassa bendeniz gibi hocaların rahle-i tedrisinden de geçince, kenan evren in kim olduğunu bilmedikleri gibi "paşa"nın ne anlama geldiğinden ve hatta zeki müren'e bir zamanlar paşa dendiğininden de bihaberdirler çünkü...

hangi dangalak teori çerçevesinde o tuzağa düştü ise, türkiye'nin tek kelime ile patetik turizm sanayii de gürültüyü vazgeçilmez eğlence ve tatil hammaddesi olarak benimseyince, turist gelmese de (daha doğrusu gelen turist ile her hangi bir ithal patates çuvalı arasında kültürel ya da mali artı değer katkısı açısındann fazla fark olmayınca) kendini touristic ilan eden bodrum gürültünün payitahtı mertebesine erdi.

şimdi her sabah, müezzinler makamsız sesleri ile şafağı param parça etmeden önce ancak susan, merdivenden boş varil yuvarlanmasına benzeyen (ne benzeyeni? tıpa tıp aynı!!!) tangırtılar çıkartarak geceyi uyunmaz kılan bir yüzer disko da dahil olmak üzere, koca bir cadde dolusu zırıltı yuvası ile dolmuş durumda paşaya bile meydan okuyan bodrum... eğlencenin ana yurdu...

şikayet mi? kime? sahil güvenlik kuvvetlerine kadar başvurdum da, sadece ses hacmi çoğaldı! koca ihtilal paşası ki 70 kişinin kalmeini kırıp darağacında sallandırmış, onun susturamadığı eğlence sektörünün düttürüsünü ben mi kesebileceğim? hele de böyle belediyeler, alem çeteleriyle ortak hakimler ve saire ve saire ve de kulakların arasında böylesine kalın ses geçirmez bir plazma yığınının bulunduğu bir ülkede?

siz en iyisi yine gidin oy verin...