Wednesday, August 26, 2009

apo nereden milletvekili seçilecek? garfucius dönüyooooorrr...

eyi hoş gardaşlar da türk kürtleri nerede yaşıyor? iş bitince apo istanbul milletvekili mi olacak, antalya mı?

gördünüz mü? garfuciius dönmek üzere... azzzzz soona (*)...

-----
(*) aslı şu ki, garfucius zeytinyağı em dirilmiş yumurta sarısı gibi aynı bulamaçta dönüp durmaktan halâ sıkılmakta ve avdedi ağırdan almakta...

Sunday, August 23, 2009

yaşasın erotizm! dikkat! garfucius dönüyor!

eskimiş fikirleriniz ya atın, ya klasik renklere boyayın...

garfucius düşünülmemişin peşindeki çilesine dönüyor!

yaşasın sofizm!.. yaşasın peripatetizm!.. yaşasın erotizm!..

Wednesday, April 1, 2009

seçim analizi

iki gündür güzîde medyamızda – normalde tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâya toz kondurmayanlarda bile – a-ke-pe’nin seçimden mağlub çıktığı izlenimini veren bir edâ sezilmekte. hattâ, beyaz türkler adına ama iktidarın gidişatına dur dendiği, ama haltçı fırka, (esasen de kılıçdaroğlu) ne idüğü anlaşılmasa da bir hareketi başlattığı ama da akla gelebilecek her hangi bir diğer neden için, bir zafer helvası tatmış da lezzeti damağında kalmış gibi bayram havası estiren muharrirler de var...

durun ya huuu, muhammed ummeti… tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, tamam, bu secimlerde biraz geriledi ama ampulun söndüğü, patladığı falan yok, hala cayır cayır yanmakta…

hatta, hoşunuza gitse de gitmese de, 2009’da aldığı yüzde 38 oy ile, 2003’te tek basina iktidara geldigi döneme kıyasen, yuzde 4 kadar daha fazla (1) teveccüh toplamış durumda.

işin aslına bakarsanız, 2007’de de, eger ki askeriye muhtıra falan cakmamış olsa, bürokrat gurulardan 376 zırvalığı çıkmasa, anayasa mahkemesi politik değil hukukî karar alsa, cumhuriyet halt partisi askerin borusunu zurt zart öttürüp, rap rap yüyüyeceğine demokrasinin davuluna vursa ve sâhiden seçim kazanmak istermiş gibi bari yapsa, a-ke-pe mazlum görünümüne sokulmasa, gül bey’ in reis-i cumhur olma hakki baltalanmasa ve de özetle memlekette demokrasinin tek temsilcisinin tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ oldugu gibi yanlış üstelik de abuk bir intibâ yaratılmasa, a-ke-pe yuzde 47’leri ruyasinda bile goremezdi. bir çok kişi 2007 seçimlerinde ce-halt-pe ve her tür zindeliği kendinden menkûl kuvvetin faşizan ittifakına tepki olarak, en azindan 2003-2006 döneminde pek de kötü bir sınav vermemiş olan a-ke-pe’nin demokratik vaadine kredi açmıştı. Eğer lûtfeder, tayyib efendinin “herkesi kucaklamayı” taahhüd ettiği 2007 seçim zaferi konuşmasını hatırlarsanız, a-ke-pe’nin oy patlamasında o demokrasi umutlarının ve haltçılıkta somutlaşan zaptî yönetimlerden kaçınma iştiyâkinin payını da göz önüne almış olursunuz.

tayyib efendi,gülsuyu ve şüurekânın 2007 zaferi, tamamen ödünç oylara dayanarak o doruklara ulaşmıştı.

tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, icraatta ise, vaad ettiginin tamamen aksini yaptığı, din, iman kisvesi altında bir tür diktatoryal hegemonya oluşturmaya giriştiği, demokratik kazanımları arttırmaya çalışacağına elde edilenleri zorla geri almaya başladığı için de, o oylar sahiplerince geri çekiliverdi. istatistiklerde görünen yaklaşık yüzde sekizlik gerilemenin tamamini değil ama bir kısmını bu şekilde geri çekilen ve halt partisine dönen laikçi demokrat oylar – ki, bazılarına gore bunlar beyaz türkler – ile açıklamak mümkün. yüzde iki civarında oyun da saadet peşine düştüğü söylenebilir. başka türlü söylersek, yerel seçim sonuçları oyların evlerine döndüğünü göstermekte. daha doğrusu, ev cihetine yolllandıklarını…

cumhuriyet halt fırkasının ayaklanmasına gelince… aritmetiğe vurursak, 2002 de aldığı ve 2007’de onca öcü masalı anlatmasına rağmen üç-beş dizyem ancak arttırabildigi yüzde 20lerde gezen oyu ile 29 martta yakaladığı yüzde 28 arasindaki farkta kılıçdaroğlu sendromu ile aslında oy vermeye gitmeyecek kişilerin sandık başına koşmalarını teşvik eden dinamiğin de küçümsenmeyecek rolü var.

bu meselenin ortada duran, bâriz yönü sadece. daha önemli nokta ise, türkiye’de demokrasi kavramını hakkıyla kavrayan ve yaşayan kitle, seçmenin ancak yüzde 10 unu oluşturan bu esnek ve hassas “demokrat azınlık”. ne yazık ki, halkımızın büyük kesiminin öyle ”demokratik sağduyu”, “özgürlük refleksi”, “vatandaşlık bilinci” falan gibi ulvî ilkeler kılavuzluğunda hareket etmedigi ortada. daha doğrusu, bu minvâl hassas teraziler ile hayatı tartan kitle, bütün partilerdeki “fanatik” ama demokrat sayılabilecek taraftarları bile katsak, tüm oy verenlerin yüzde 15’ini geçmemekte.

bu kitle, demokratik alandaki duraklama ve gerilemelerden, hukuk krizinden, partizanlıktan, şeffafiyet yoksunluğundan etkilenerek temel ilkelere gore siyasî tercih belirtebilen (2) bir seçmen kesimi oluşturmakta ve ideallerine gore, konjonktürün işaret ettiği en demokrasi yanlısı partiye yönelmekten çekinmemekte.

eğer a-ke-pe ve tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın politikalarını partizan, baskıcı, yolsuzluğa yatkın, hukuksuz ve anti demokratik bulduğu için 29 martta bu partiden uzaklaşan bir kitle varsa, iste o bundan ibaret. bu kitle, bugün için kılıçdaroğlu’nun kendi parti yyöneticilerini dahî ekarte edebilen temiz ve şeffaf siyaset söyleminden etkilendi. bu kitle yolsuzluk haberlerinin ayyuka çıkması, baskının artması vs., vs. üzerine a-ke-pe’den uzaklaştı; ama hâlâ da gidecek kesin ve güvenilir bir adres bulamadı…

türk siyasî geleceğinin aydınlığını oluşturabilecek yegâne seçmen kudreti, 29 martta (kısmen) halt fırkasına yatıya gitti. bu onun bir ev bulduğunu değil, tam tersine, iflâs edince çoluk çocuk kiliselere sığınan amerikalılar gibi, çaresizlikten ce-halt-pe den bile meded umacak hale düştüklerine işaret etmekte.

başta kılıçdaroğlu, medya ve diğer kaynaklarca dile getirilen yolsuzluk hikayeleri, seçmen yazım hileleri, muhtemel üç kağıtçıılıklar vs., bu “umut” yüzde 10-15lik kesiminin siyasî davranışını bir olasıılıkla etkiledi. geri kalan ve a-ke-penin çekirdek seçmenini oluşturan, çoğu ülke halkının yüzde 52’lik cahil ya da cehalet-bozar-diploma ile donanmış bölümüne ait olan kitle, eğer usûlsüzlük kendi tuttuğu tarafın çıkarlarını ihlâl etmedi ise, istifini bile bozmadı.

hem de iki tarafli bozmadı. ne a-ke-pe ile yolsuzluk vs. iddiaları dolayısıyla tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâdan vaz gecti, ne de buzdolabı, kömür, çek karnesi vs. gibi alenî siyasî ruşvetlere rağmen, a-ke-peye teveccüh gösterdi!

illere göre oy dağılımı, global ekonomik krizin henüz a-ke-pe oylarını düşüren bir etki yaratmadığı gözlemini destekledi. her hangi bir etken tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın oyunda düşmeye yol açtı ise, bu daha global kriz vurmadan bir sene önce başlayan türkiye’nin globalize olmasından kaynaklanan iflâs dalgalarından başka bir sey degildi. o etki de eğer tayyib efendi tulumbaci uslûbu ile krize posta koyacağına, üstüne atlayıp kendi politikasının hatalarını yıkacak bir kampanyayı becerebilseydi, çok da azalabilirdi. onun yerine, büsbütün davos fatihi havalarına girip krizin çarptıklarını, kredi kartı kurbannlarını falan beceriksiz ilân edip, “ananı da al git” havasını estirmeyi marifet sanınca, yüzde 2 den az olmayan bir oyu da eliyle çöpe attı.

---------
(1) akp 2003te yuzde 34.28 almisti.
(2) illâ ki de belirten değil ama belirtme yeteneğini taşıyan

Monday, March 30, 2009

anam, anam, anam...

arabesk mikrobuna falan tutulmadım, hayır. ampul fırkasının muvakkaten çıktığı 2007 doralarından 2003 ovalarına avdetinin ciddî bir sebebine daha parmak basmaktayım.

zaman zaman bitirim ağzıyla konuştuğu için "eleştirilen" ulu ve âlî başvekil hazretleri davos nemesis'i tayyib efendi hazretlerinin kampanya evvelinde ve süresinde buyurdukları bir takım âmiyâne laflar, sandıkta geri tepti. hele ki aynı "karizma" (!?) ve popularite ışığında parlamaktan çok uzak bazı vukelâ da, vâliler, kaymakamlar marifeti ile ahalîyi paylamaya, meydandan kovmaya, tutuklatıp mapusa attırmaya falan kalkınca, ampulün halka ışık veren tarafına ciddî gölge düşüverdi.

yüzde 52 oranında ya cahil, ya da ancak cehaletbozar okumuşluk seviyesinde eğitilmiş aziz halkımız, tabii ki tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâya lûtuf ettiği teveccühü hukuk, demokrasi anlayışı, ab uyum kriterleri falan gibi konularda geriye düşülmesi nedenleriyle çekmedi. birinci sebep, tayyib efendi,gülsuyu ve şürekânın global değil (1), yerel iktisadî krizi hafife almaları idi. zâten darbe yemiş halkı, "bize sadık olanlar" ve "bizden olmayanlarla bize sırtlarını dönenler" diye mahalle takımlarına ayrıştırıp, ikinci gruptakileri, sırf onlardan bazı talepleri var diye "ananı al da git" muamelesine tâbî tutunca, epey bir oy "itelediler".

değişecekler mi? hayır.

neden?

bir başka yazıda...

-------
(1)
kimse alınmasın, ayrıca son 10 yılda katedilen mesafeyi yadsıyor da değilim ama türkiye global ekonomi ölçeğinde cim karnında noktadan ibaret hâlâ.

kârdan zararın bakkal hesabı

ulu ve âlî başvekil hazretleri davos ruhunun nemesisi tayyib efendi, seçim neticelerine üzülmüşler.

hattâ hafiften bozulmuşlar da ki, seçmeni nankörlükle "çağrıştıran" serzenişler, sitemler içindeler: hazret-i başvekil, tam 28 kerre teşrif buyurdukları antalya'nın kalkıp da kendi öz evlâdı domates deniz 'e oy vermesini, götürdüğü onca hizmetin (her halde fettah tamince'yi kastetmekteler!) halk denen o yıkanmamış, ağzı çorba kokulu kalabalık tarafından anlaşılamamasına yormaktalar, meselâ...

mutenâ ve güzîde medyamız da, tayyyib efendi, gülsuyu ve şürekâ'nın, bu neticelerden netice hâsıl edeceklerini ve siyasî gerilimin düşeceğini falan sanmaktalar; eğer sözlerini ciddiye alabilmek mümkün ise tabii.

halbuki ortada olağanüstü bir şey yok. ampul, 2007 genel seçimlerinde, askerî müdahalenin yarattığı voltaj patlaması yüzünden geçici olarak mum kapasitesinin üstünde parlamıştı, o kadar. voltaja yakın duran haltçılarla kurtlar da, 2007de çarpılmışlardı.

ampul, kendisi için çok fazla güç ile yanıp, voltaj da normal seviyeye avdet edince, ışığı da "normal" watt kudretlerine döndü. yâni, 2003 esas alındığında 2009 da sosyolojik açıdan kayda değer bir değişim olmadı.

değişim muhtemelen şimdi başlayacak ama... tayyyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, 2007nin bir fırsat kârı, 2009un sadece kârdan zarar olduğunu anlamayıp, kaybettikleri kaygısı ile kaybetme paniği yaşayarak davranacak ve gücünün ötesinde işlere kalkışacak.

ovaya inmiş sel gibi, itici gücünü yitirdiği için de, sürüklemek yerine, önüne kattıığını çamura saplayacak...

esas faciaşurada:

memlekette, "gandi"ninki de dahil, yaygın bir siyasî sel felâketinin ardından, su baskınının önünü kesmeye kaadir örgütlü bir hareket olmadığı gibi, gönüllü tulumbacılar misâli, çamur ve selin önüne kum torbası yığmayı olsun becerebilecek toplumsal örgütlenme de yok.

eğer şu global kriz etkisiyle, avrupa birliği sevdasına yeniden yakalanır da, bazı şeyleri olması gerektiği gibi yapmaya başlarsak, iyi kötü idare edebiliriz de, kendi havamıza çiftetelli çevirmeye koyulursak...

türkiye'nin önünde çooook ciddi bir hukuk ihlâli, ihkâk-ı hak ve hukuk için mücadele devr-i dâimi var demektir.

haydi, iyimser olalım: hukuk, ortalık bulamaca dönünce hava kadar gerekli olduğunu insana hissettirir.

kim totoyu tuttu?

bakalım milyonlarca dolarlık tekknoloji ve "devâsâ" insangücü ile çalışan poll şirketlerinin deli dana gibi memleketin dört bucağını gezerek oluşturdukları seçim tahminleri ile, yunanistan'daki ilim gurbetçisi garfucius'un berber, şoför, meyhaneci gibi "nabız tututcu esnaf" ile muhabbet şansı bile bulamadan yaptığı öngörüler karşılaştırmalı olarak gerçeği ne kadar kestirebilmiş:

basına göre "tarhan erdem’in yerel seçim için yaptığı tahminler tutmazken, anketlerin parlayan yıldızı a&g araştırma şirketi başkanı adil gür oldu". konda 26 mart yoklamasında şu sonuçları bulmuş: akp yüzde 47.9, chp yüzde 23.5, mhp yüzde 14.3

a&g ise, 21- 22 martta akp'nin yüzde 39.8, chp'nin yüzde 26.4, mhp'nin yüzde 15.7, dtp'nin de yüzde 5.3 oy alacağını kestirmiş

gurbetçi garfucius ne buyurmuş?

önce ampulün mumu: ne yapsanız da, a-ke-pe oyu, yüzde 40 civarından aşağı düşmez... bence yüzde 39 kadar alacak. ce-halt-pe, üç-dört puan yükselip, yüzde 25e yaklaşacak, kurtlu parti 17-18; de-te-pe yüzde 3.5-4 (alacak).

30 mart sabahı 0900 itibarı ile açıklanan sonuçlar: a-ke-pe yüzde 40.16, ce-halt-pe 28.18, kurtlar 14.79, kürtler 7.28.

-------
(1) bu arada itiraf edeyim ki, bodrum sonucunu bilemedim. daha seçimlere bir hafta kala, tesadüfen karşılaştığım (eski) başkan mazlum ağanı peşinen tebrik ettim. onun yerine mehmet kocadon kazandı - 500 den az oy farkı ile... iyi de oldu. mazlum'u da severim, mehmet'i de ama artık bodrum'un geleceğe daha açık, genç bir başkana ihtiyaç duyduğu ortada idi. endişem, kocadon'un salt müskebi tecrübesi ile bodrum'a en az 20 yıl gerisine düştüğü çağı yakalatabilecek dirâyeti gösteremeyecek kadar acemi olabileceği. kesinlikle yaparken öğrenecektir de, bodrum'un o kadarlık gecikmeye bile tahammülü olduğu şüpheli. bodrum esas rüşdünü ancak "belediye başkanı bodrum doğumlu olmalıdır" şeklinde özetlenebilecek o vahim ve şovenist fetişizmden kendini kurtarabilirse isbat edecektir.

Friday, March 20, 2009

seçim toto II

ne zamandır yazmıyorum çünkü 20 küsur gün önce türkiye'de iken başladığım bir post, bilmem kaç kere orada, bir o kadar da burada teknik azizlikler yüzünden heder olunca, blog'a kızdım ve küstüm gibi oldu.

yunanistan'a gelmenin gazı ile dergiye (1) ve konferanslara bir şeyler çiziktirip, günde iki saat de yürümeye çıkınca, kendimi "köşe yazarı" gibi hissetmekten iyice sıyrıldım.

bugün şöyle bir program yaptım, daha önce söz verdiğim (!) üzere seçim toto oynayacaksam, fazla vaktim kalmamış. bari, açıklamalı bir tahmin attırayım dedim. oreste efendi mou:

önce ampulün mumu: ne yapsanız da, a-ke-pe oyu, yüzde 40 civarından aşağı düşmez... neden mi? ülke ahalîsinin yüzde 52 küsuru, ancak okur yazarlıktan başlayıp, ilköğretimin baş döndürücü zirvelerinnden mezun bir cuhelâ kütlesi bir kerre. ve n'olur, ömer seyfettin yutturduğunu sanmış, bizim "müesses nizam"da buldumcuk bulmuş; neredeyse bir yüzyıl, "ilim başka, irfan başka"diye diye, hiç bir şey bilmeden her şeyden anlayan bir nüfus yaratmış... siz lûtfedin, aslında halkımızın ne zekî, ne cevval ne saire ve saire olduğundan bana bahsetmeyin e mi?

öğrenim, ilim irfan neden mi mühim? bir şekilde şehire dolmak sûreti ile nisbî refaha da kavuşan böyle bir "köylü" kitlenin doğal psikolojik tepkisi, hayata arabesk yaklaşmaktır. sosyal ilişkilerinde tutucu ve tutunucu (2), ekonomik ilişkilerinde yırtık ve kuralsız bir girişkenlik (3) şeklinde kendini gösteren; felsefesi futbol spikerlerinden ve yazarlarından öğrenilmiş "top yuvarlaktır" sloganı seviyesini aşmayan bir arabesk. bu kütlenin cebi azcık para görüp, futbol takımını ve de siyasetçileri gereğinde az küfür de savurarak yâd edebiliyorsa, iktisadî ve siyasî hürriyeti de var demektir. hacı murat ile kural mural tanımadan gezerken tufalandığında trafik cezasından kaytarıp, hele kaçak elektrik de kullanabiliyorsa, oooh, kekâ...

sakın a-ke-pe dışındaki partilere oy verenlerin farklı oldukları gibi bir izlenim yaratmayayım; bütün demek istediğim, ampul'ün bu kitle için ışığının pervanelere göründüğü kadar cazip görüneceğini vurgulamaya çalışmaktayım. o kadar...

mevcut ortamda doğal kitlesi daha fazla da olsa, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, toplam oyun bence yüzde 39 kadarını (4) ancak alacak. yüzde 39 (ve altı) ile 40 (ve üstü) arasındaki fark da, tabii ki psikolojik bir sınır. sınırdan geri düşülürse, başvekil sultan hazretleri tayyib efendi, "halkın" desteği sınırsızmış gibi rahat konuşamaycak artık.

ve de a-ke-pe, kaybetmeye başlayanların hırsı ile daha büyük siyasî risklere girmekten de çekinmeyecek.

işin aslına bakarsanız, ampuldeki mumun ferinin çooooook daha fazla kaçması gerekirdi. ancak, başta yukarıdaki doğal siyasî "symbiosis" olmak üzere, çeşitli sebepler seçmen ile a-ke-pe arasındaki menfaat ilişkisinin (5) kopmadığını göstermekte. özü zâten, kelle koltukta en fırsatperest cinsten girişkenliğe dayanan bir arabesk anlayışın yolsuzluk, partizanlık, kayırmacılık ve ulûfecilik gibi norm ve normal sapmalarını suç sayıp, siyasî tercih değiştirceceği umulabilir mi?

a-ke-pe oyları düşerse, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ krizi hafife aldığı için düşecek. orada da yanlış anlaşılmayayım aman, global krizi kötü yönettiği için değil, ondan en az bir yıl önce başlamış olan ve "a-ve-me" dediğimiz malllara dahî sinek avlatan yerel krizin suçunu, global olana yüklemeyi beceremediği için. tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın seçmeninin önemli bir bölümü, ağustos 2008de çoktan nefes darlıığı çekmeye başlamıştı bile - üstelik de istatistik veriler memleketi en gül bahçesi gibi gösterir iken.

ampulperest entelecent-ziyamızın ve diğer partilere küs olduğundan ışığa yönelenlerin a-ke-pe'ye demokratik sevdaları da büyük ölçüde bittiğine göre, iki puan kadar bir kaybı da oradan hesaba kayıt etmek gerek.

gelelim ce-halt-peye. halt fırkası, kazanmak istemediği seçimi, tabii ki kazanamadan başarıyla kaybedecek.

bunda suç baykal'a yüklenecek ama fırkanın tepeden tırnağa, fikir fukaralığından siyasî - sosyal tutunuculuğa, örgüt şemasından parti içi örgütlenmeye, gomoniz parti ve komsomol yapısından, hâlâ profesör istihdam etmeyi bilimsel iş yapmak sanan şekilciliğine kadar köhnemiş olduğunu kimse dile getirmeyecek. getirse de, tamamen gangren vücutta iki uzuv kesip sağaltma sağlayabileceğini sanan hekim gibi, kısmen dilllendirecek.

her şeye rağmen, kılıçdaroğlu'nun bilek gücü ile ce-halt-pe, üç-dört puan yükselip, yüzde 25e yaklaşacak ama o da o kritik sınırı aşamayacak. ankara'da karayalçın yine kaybedecek. muhtemelen melih gökçek de seçimi kıl payı alacak. halt partililer niye kurtçu adayı desteklemedik diye yine saç-baş yolacak.

istanbul'da da tayyib efendi hazretleri'nin cübbesi ile mücadele eden kadir topbaş kazanacak.

ama zafer tâkı, çatlamış olacak çünkü kılıçdar, ortalığı epey sarsmaya devam edecek. en önemli depremi de, cumhuriyet halt fırkasında yaratacak. bir başka yenilgi ile tahtını bir daha sağlamlaştıran baykal'a karşı bir hareket (muhtemelen kılıçdar önde olmak üzere) başlayacak.

fırka bildiğimiz fırka olduğu için, bu iç savaşı da baykal kazanacak ve artık halt partisi kaçınılmaz sona doğru inişe geçecek. kazarâ, kılıçdar ve ekibi kazanrsa da, o pyrrhus harbinden kalan ankâzı kaldırmaya kimsenin gücü yetmeyecek.

dolayısıyla, bir bakıma bu seçim cumhuriyet halt partisi için bir dönüm noktası olacak - tabii mucize yaşanıp da, kılıçdaroğlu istanbul'u kapıvermez ise... o takdirde, bir plevne kahramanına kavuşan ce-halt-pe de her şey eski tas eski hamam sürecek; çünkü kılıçdar ekibi istanbul ile didişmekten baykal'a zaman ve tâkad ayıramayacak. fırka ağır ağır, osmanlı gibi azar azar "tadarak" çöküşü tanıyacak.

kurtlu parti, bu seçimde marjinal ve kravatlı kalmayı daha devletlû saydığı için, bodrum'dan ankaraya, iyi aday ve iyi kampanya ile kazanabileceği bir çok belediye başkanlığından vaz geçti. mhp'nin olup olabileceğinin de hırtlar vadisi hayranı bir kitlenin ummanî hayalgücünün bir ergenekon destânından ibaret kalacağı bir daha meydana çıktı. eğer ki kriz en çok kurtların doğal seçmeni "organize sanayi" esnafını vurmasa idi, mhp oyu yüzde 15i zor bulurdu. şimdi 20 ye yaklaşabilir bile: 17-18.

de-te-pe deretepe dümdüz gitti ve bu seçimde pe-ke-ke'yi "terörist" sıfatından sıyırarak, meşrû kılma operasyonunda önemli bir adım daha attı. dolayısıyla, oyunu arttırsa da azaltsa da fark etmez. yüzde 3.5-4...

eeee, boşuna demedik "adî suç" işleyen adî bir suç bir örgütüne siyasî içerimi ve içeriği çok yüksek meşruîyet potansiyeli taşıyan "terörist" pâyesini yakıştırmayın diye.

işte bu kadar. gerisinde seçmen n'eylerse onu eyler.

n'eylerse güzel eylemez tabii ki de; ben demokrasinin bu kadarına bile şimdilik kaydı ile râzıyım... sandığın dahî ortada olmadığı dönemlerde dönen cellâd pazarlıkları, çeyrek asır sonra bile midenizi bulandırmıyor mu?


---------
(1) bizim empiricum (eastern mediterranean panepistemic initiative for research, innovation, cooperation, understanding and mediation) bir kaç dergi için "content" (içerik) sağlamak gibi bir işlev de üstlenmiş durumda da... empiricum deyip geçmeyin, geçen yıl asırlardır ilk def'a bir israillli ve bir iranlı ilim adamını sakız'da aynı masaya oturttuk. şimdi bendeniz de "middle east forum" için akdeniz'de kültür ve strateji üzerine bir şeyler karalamaktayım.
(2) kat'iyyen muhafazakâr değil, muhafaza edecek bir kültürel zâtiyet üretmemiş olan, elindeki maddî varlığa ancak tutunur.
(3) bu da girişimcilik değil çünkü rasyonel bir temeli yok. adetâ kumar gibi, kaynak / yatırım, mâliyet / fayda, hattâ çoğu zaman kâr / zarar hesabının bile doğru yapılmadığı, ekonomik ömürlülük yerine konjonkturel yükselmeler ile zenginleşen, "su akarken küp dolsun" deyip, baraj kurup da devamlı su elde etmeyi aklına bile getiremeyen, küçük ve verimsiz ölçekte huzur bulan bir iş âlemi ve tabii ki çalışanlarından söz etmekteyiz.
(4) bütün tahminlerde + ve - yüzde 2 marj tanıyorum kendime.
(5) "menfaat" lafını duyunca birileri hoplayabilir, hemen belirteyim, siyaset, tarifi itibarı ile örgütlü kollektif menfaat arayışı demektir. menfaat ile avanta ve yolsuzluk kavramlarını özdeşleştirmek, üçbuçukuncu dünyaya mahsus, "kendi için bir şey istemeyi ayıp, maaşa talimi marifet sanan" memur filozofisinin bir cilvesidir.

Friday, February 20, 2009

kılıç

bir süredir vakit bulamadığımdan (yunanistan yolcusu adayıyım ya, sürekli hareket halindeyim!) blog ihmal oldu. ama az önce gazete sayfalarına bakarken artık yazma zamanının geldiğini farkettim:


bu yerel seçimlerden ciddî bir hayır çıkacak, o da deniz baykal'ın sahne-i siyasetten kat'iyyen silinmesi olacak.

yanlış anlaşılmaya... haşâ, cumuriyet halt fırkasının doğru dürüst, modern anlamda bir siyasî örgüt haline geleceği gibi bir hayâlim yok. hele hele, "baykal gider ise parti toparlanır, iktidara yürür," nev'inden ham hayâllere hiç itibar etmemekteyim. halt fırkasının dünyanın içinden geçtiği çalkantıları fark edip, ona göre politika geliştirip, seçmene alternatif sunabilecek hale gelmesi, ancak zihin yapısının toptan değişmesi ile mümkün - binaenaleyh, nâmümkün.

hayır, halt fırkası yönetiminin ve örgütünün de zihniyeti değil...

bütün milletin zihin yapısının!..

konda
'nın 6500 kişi üzerinde yaptığı soruşturmaya ilişkin haberleri her halde duymuş, okumuşsunuzdur. bendeniz burada sadece - biraz da guardian'ın istanbul muhabirinin "hoşgörü" dolmuşunda (1) ön koltuğa oturarak - bu araştırmayı sonuçları ile birlikte yoksaymak ve inkâr etmek çabasıyla gazetelerce atılan başlıkları, televizyon haberlerindeki o inanmamış dudak bükümlü spiker ifadelerini hatırlatacağım, o kadar...

ve de işte tam da bu noktada, hangi zihin yapısından bahsettiğim bir şebeğin ard nahiyesi kadar aşikâr, çıkacak ortaya... onca zahmete katlanıp da yapılan bir çalışmayı manşetlerde kelime cambazlığı, ucu sarkmış dudaklar veyahut da en az pişmişinden milliyetçi öfke ile inkâr etmek sûreti ile, birden bire, türkiye ahalîsinin pek bir okur yazar (2); kadın - erkek eşitliğinde her engeli aşmış (3); fena halde demokrat; tüm insanlığa apaçık ve saire bir toplum oluşturduğuna inanılabilen, milletin çoğunun illeti, o zihin yapısı, yâni...

iyice vahim boyutu ile, herkes bu rezaletin farkında iken, esasen de durumdan gâyet memnun olduğu için, birilerinin ortalığı kurcalayıp, gerçeği açığa çıkarmasına ve "bir şeyler yapmaya zorlamasına" şiddetle karşı konmasını salık veren o endişe verici zihin yapısı!..

gelelim halt partisi, baykal, kılıçdaroğlu falan filan ile bu zihin yapısının ilişkisine:

şu bir gerçek ki, kılıçdaroğlu, ancak bir mucize eseri seçimi kazanabilecek. böyle bir mucize vuk'û bulursa, baykal'ın başarı ölçüsünü baraj aşmaya denk tutan kemikleşmiş saltanatı, o zaferin zâten altında kalacak. partide, çocukluk lakâbı domates olan başkandan çok, istanbul'u "davos fatihi"nden fetheden "kılıçdar ağa"nın sözü geçecek. onun ağırlığı karşısında domates de salçamtrak olacak. bu sefer baykal yemek için ısıramayacağı, ısırsa hazmedemeyeceği bir lokma bulacak karşısında.

kılıçdar ağa kaybederse de partide gidişat değişmeyecek. haltçılar, şimdiden bile önüne doğru dürüst, dirençli bir engel çıkınca, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın cûş etmiş selinin hız yitirip durulacağını az-çok fark etmiş durumdalar. bu farkındalık, o dirençsizliğin baykal ve avanesinden kaynaklandığı vakıasını da kapsamakta.

nihayet ölüm uykusundan uyanır gibi olan halt fırkasına, şikâyet üretmek dışında seçim kazanmaya çalışmak falan gibi bir misyon da yüklenebileceğini hatırlatan kılıçdar ağa, partinin düğüm olmuş barsaklarına bir müshil tesiri yapacak. parti, bir nebzecik de olsa, kabızlıktan nisbeten kurtulacak.

eh, o zaman da baykal'ın emekliliği mukadder olacak.

gelelim işin umumî hayır cephesine: tamam, ce-halt-pe ile ilgili en doğru ve geçerli teşhisi otuz küsur sene önce süleyman demirel, "bunlardan ne köy olur, ne kasaba" deyerek koymuş idi. o gündür bugündür, bir şey de değişmedi. daha doğrusu, baykal mantalitesi ile, ce-halt-pe geçtik köyü kasabayı, iyi-kötü bir mezrâ sayılabilecek iken, geçilmez bir dağ patikasına dönüştüğü ile kaldı.

şimdi, kılıçdar ağa kazansa da, kaybetse de, yıllar sonra ilk def'a zafer kokusuna biraz yaklaşmanın getirdiği şevk ile az-çok işlek hale gelen o patikada biriken dikenlerin dökülmesine, çalıların yolunmasına, pıtrakların ayıklanmasına sebep olabilecek ivmeyi vermekle, ne köy ne kasaba olabilen bir "ölü alan"ın - gâvurcası ile, no man's land - kullanıma açılmasını ister istemez sağlayacak. sürecin sonunda da, ya halt partisi bir halt eylemeyi başarmayı öğrenecek, ya da (bence daha muhtemeli) artık efendi efendi, tarihin sandık odasına doğru yollanacak (4).

siyaset, üçbuçukuncu dünyada bile tabiatın bir cüzüdür. boşluk kaldırmaz. kabız barsaklar tarafından tıkanan siyasî akışkanlık normal debisine yükselince, ce-halt-penin yerini bir başka oluşum, mutlaka dolduracaktır. ve avara kasnak gibi dönerek kendine gidecek yer arayan şimdilerdeki muhalif enerji, iktidar yolunu zorlayacak dengeleri de kuracaktır.

---------
(1) yaa, öyle uydurma kelimelerle, uydurma kavramlar yaratır, üstelik de onca duygusal içerik yüklerseniz, gâvurun merhametine de muhtaç kalırsınız ki; bunun "van minüt may firend"i de olabilemez. adı üstünde, hoş-görü dediğiniz o uyduruk boş laf, özünde hoş olmayan bir şeye hoşmuş muamelesi yaparak katlanmayı (tahammül!!!) ifade eder ki, gâvur muhabirin yaptığı da aynen budur: "yapmayın canım, o kadar da kötü değil bu etrâk..."

(2) türkiye, kitap üretiminde 95 ülke arasında 61inci sıra ile en az kitap okuyan toplumlardan biri.!. bir kitaba 10-15 kişi falan düşmekte. inanmazsanız, NationMaster'a sorun.
(2) porno filminde oynadığı için değil, herifçioğlu seyrettiği porno filmdeki "yıldızın" boşandığı karısına benzediğini zannettiği için, birlikte yaşadığı eski eşini öldüren canîye verilen müebbed hapis cezası zapatamagondinya'da 15 yıla indirildi sanki! - ve de tüm türkiye bu garabeyi protesto için ayaklandı ya!.. meselâ, kadınları hor gördüğümüz söylenince bozuluverdik.
(4) üçüncü şıkkın tek alternatifi, fırkanın tanınamayacak kadar kişilik değiştirerek hakikî, yâni avrupaî anlamda modern bir siyaset örgütüne dönüşebilmesi. mevcut kadro, kafa, teşkilat ve en önemlisi taraftar kitlesi ile de, bu mümkün değil.

Friday, February 13, 2009

seçim toto başlıyoooor...

seçim toto oynayalım bakalım bir:

bence, belediye seçimlerinde ciddiye alınabilecek bir değişiklik olasılığı fazla değil. istanbul'da şişli beeeelki sarıgül'ün elinden kayabilir ama mevcut rekabetten ziyâde, tayyib efendi hazretlerinin cazibeleri sonucu. yine de pek muhtemel değil.

cumhuriyet halt fırkası seçim meçim kazanmak istemediği için, artık yeni bir yüz aramaya başlayan ankara'da karayalçın gibi küflü bir asosyal aday ile ortaya çıktı ve her yönüyle tükenen melih gökçek'e en kıyağından bir tâze kan nakli ısmarladı. alternatif yokluğunda izmir aziz kocaoğlu'nun olur. gerçi esamisi okunur mu bilmem ama, taşra sınıfında da, meselâ bizim bodrum, mazlum ağan'da kalır. adana akp'nin olur, aytaç durak da kendine başka eğlence arar... falan da filan...

esas ölçüt tabii; il genel meclisi sonuçlarıdır işin rengini o belli eder.

bence tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, zâten istatistikleri zorlayan bir doruk olan 22 temmuz oranlarını koruyamaz. halt partisi artık halt etmekten bile aciz hale düştüğünden çaresiz milletim başka seçenek bulamayacağı için, oy kaybı fazla olmaz ama a-ke-pe yine de yüzde 40ın (ucu ucuna da olsa) altında kalır. davos efelenmeleri, susuz köyde çamaşır makinesi dağıtmalar falan da yelkenleri o kadar uzun süreli şişirmez. duygusal manipulasyon anında işe yarar, olay tartışılıp, ölçülüp-biçilmeye başlarsa, mantık (1) egemen olur.

tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâyı asıl sarsacak olay bellidir: ekonomik gidişatın vehameti. ancak, kimse de abartmasın... iktisadiyat, neticede rasyonel akılcı tahlil gerektiren bir ilimdir. iktisadî davranış ise tamamen psikolojiktir. ikinci şık dolayısıyla, bilhassa üçbuçukuncu dünyada homo ekonomikus asla "homo sapiens ekonomikus" (2) sûretinde zuhur etmez. bu da demektir ki, ekonomi verilerini depreme uğratan bozulma, anında bir tepki, bir aks-ül âmel olarak oy vermeye yansımaz.

özetle, iktisadî durumdaki kötüleşme de tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın oy oranını paldır küldür alaşağı etmez ama yükselmesini önler, bir miktar da düşürür. a-ke-pe lehine bu tablo da, hatırı sayılır ölçekte yine halttan dahi aciz cumhuriyet halt fırkasının ve hâlâ vatan, millet, sakarya ve şahadet edebiyatı ile siyaset yapan boz'kurtların hiç bir şekilde kendi kemik kitleleri dışında kimseye alternatif sunamamayı becererek siyasî hayatımıza kattıkları renklerle epeyce bezenmiştir.

geriye, seçmenin son seçimden bu yana ampulun ışığından ne kadar kâm almaya devam ettiği ya da kendini biraz da olsa karanlığa düşmüş hissedip etmediği (3) sorusu kalmaktadır ki, anlayabildiğim kadarı ile son göstergeler tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın toplumsal ibresinin "güven ve memnuniyet"ten "tedirgin bir onay ve alternatif yoksunu mecburiyet"e dayanan tercih seviyelerine doğru inmekte olduğuna işraet etmektedirler.

bulunduğum yerden, bir buçuk ay sonrasına doğru göstergeler a-ke-pe için yüzde 38-39 civarında oy potansiyeli dolaylarında karar kılmaktadırlar. denize düşenler yılan yerine deniz baykal'a sarılırlarsa, halt fırkası yüzde 22-23, asena'nın rehberliğinde ergenekon'dan çıkıp, anadolu'da beslenen kahraman millîci partimiz de yüzde 17 oy toplayabilirler.

hemen belirteyim, bu bir ilk tahmin olup, meteorolojinin hava raporlarından daha güvenilir falan değildir. elbet, garfucius aklına estikçe yeni tahminlerde bulunup burada zikr edilen oranları da değiştirebilir. ciddî oynamalar beklenmemekte ise de, burası üçbuçukuncu dünyadır, oy da çukabülüüüür, ayu da çukabülüüür. tek ortak menfaatimiz, ne çıkarsa sandıktan çıkmasıdır.

------
(1) "mantık" ile "rasyonel aklıcılık" arasında ciddî fark vardır, anımsatayım
(2) "bilen" (sapiens) homo ekonomikus
(3) a-ke-pe'nin akhilleus topuğu, her sokakta afişlerin yanında duran satılık-kiralık ilanları ile kapalı kepenkler olduğuna göre, bu hissiyat önemlidir ama her şeye rağmen güven veren bir başka seçenek bulmadıkça neticeyi çok değiştirmez.
(3)

Sunday, February 1, 2009

nasır: mücellâ başarısızlık

kerameti atîden ziyâde mâzide kalan birileri, tayyib efendi' ye yaranmak için "arab dünyasının beklediği yeni nasır" falan gibi nitelemelerde bulunmuş. tabii, bununla esas vurgulanmak istenen arab dünyasından çok, orta şark'ın önderliğine türkiye'nin bölge ülkelerince de lâyık görülmesi gerektiği faraziyesi.

doğrusu, bu tür az gelişmişlik örgütlenmelerinin tarihte, hele de evrensel kapitalizmin egemen olduğu yakın tarihte yaratttığı hayır pek görülmemiştir ama olsun, hamâsiyyat, fütûhatçı duygusallık, fevrî algılamalr ve akla garnitür, bilgiye aksesuvar muamelesi yapmaya dayalı bir dünya görüşü için kâğıt üzerinde hoş göründüğü âşikâr.

gelgelelim, bilmek gerekir ki, cemal abdül nasır denen adam, bütün cafcafına rağmen neticede siyasî açıdan tam bir cilâlı (1) başarısızlık âbidesidir. merak eden wikipedia'dan falan da baksın, ben şimdilik aklımda kalanlarla şu kadarını hemen söyleyebilirim:

nasır'ın en büyük başarısı, darbeci hiyerarşi içinde bilmem kaçıncı sırada başladığı kral faruk'u (2) devirme hareketinde üstlerini bertaraf ederek mısır'a başkan olabilmesidir. bu hareket batı'yı ve de bilhassa mısır' a tarihî hâmi pozlarındaki dişi sökülmüş aslan ingiltere'yi kızdırdığından, nasır ülkesini hafif tertip "sosyalist" bir fırça ile pembeye boyamıştır.

nasır, 1956 da süveyş kanalını millîleştirince, ingiltere ve fransa israil'i de kışkırtarak bir harb başlatmaya kalkışmışlar, fakat fazla ilerleyemeden, amerike araya girerek, hattâ iki müttefikini de "sizi de fenâ döverim haa!.." diye azarlayarak, ortalığı yatıştırmış ama aradan nasır "büyük lider" diye sıyrılmıştır.

kanal mısır'da kalmış ama o gün bu gündür, gerçekte, kârını batılılar götürmüştür.

nasır batı korkusu ile sovyet rusya'ya utangaç adımlarla yanaşıp, moskova'nın kıt kanaat bütçesinden epey bir sadaka da koparmıştır. bu yardımın çoğu askeri harcamalara gitse de, "kalkınma hamlesi" adı altında, arada, bin yıllardır mısır'a bereket taşıyan nil nehri, rus-mısır ortak yapımı assuan barajı vasıtası ile "kontrol altına alınmış", nehrin getirdiği aluvyon artık baraja takıldığından, bütün ülkeyi besleyen nil vadisi, çölleşmeye başlamııştır. assuan, sanılanın aksine, mısır'ı ekonomik olarak geriletmiş, bu arada luxor harabeleri gölün ve çamurunun altında kalmış, putperest kültür böylece bir komonist-müslüman darbe daha yemiştir.

nasır efendi, yoklukta arab dünyasında lider olunca, gaaayetle muhteris bir projeye de kalkışmış, arab birliğini evrensel bir kudret haline getirmenin ilk adımı olarak, suriye ile birleşir gibi yaparak "birleşik arab cumhuriyeti" diye bir oluşum yaratmıştır.

anımsayalım, bu tür az gelişmiş toplumlarda, ekmek siyasettedir, siyaset de devlete hakim olabilmektir. tabii, birleşik bir devlet ayrı ayrı çöplenilebilecek iktidar sofralarını, sofraya konacak ganimetin çoğalması hiç garanti değilken teke indireceği için, b.a.c. denen garabe de bir kaç yıl sonra kendini feshetmiştir.

ama, nasır'ın mimarı, hattâ baş mimarı olduğu aslî felaket, 1967 arab-israil savaşıdır. yaklaşık 100 milyon nüfusluk kaynaktan (ve petrol kuyularından) beslenen birleşmiş arab kuvvetleri, 1967 haziranında "siyonist devleti yerle bir etmek, haritadan ve tarihten silmek" gibi ulvî bir amaçla israil' e saldırmışlar ve tam altı gün harb etmişlerdir. o yüzden, toplam dört israil-arab çatışması arasında (3) her halde en belirleyici olan bu harbe "altı gün savaşı" denir.

harbin sonucunu bilmeyen zâten bugünkü durumdan bile (4) tahmin edebilir de, sonrasında anlatılan "arab tankları özel imalat, bir ileri altı geri vitesli yapmışlar kolay ricâd edebilmek için;" veyâ "mısır orduları allah allah nidâları ile kahramanca israil'e saldırdırlar, akabinde de alllah allaaaah, allah allaaah nidâları ile, hayretlerini ifade ederek, koşa koşa döndüler," gibi hicivler, en meraksız kişiye bile sonuç hakkında bilgi verebilir.

nasır'ın arab birliği yaratma projesi gibi, kahraman birleşik arab ordularının muzaffer komutanı olma hevesi böylece israil'in 1948de elde ettiği toprakları bir kaç katına çıkarması ile neticelenmiş, arab itibarı pây-i mâl olmuştur. arablar bile, altı gün savaşı diye bilinen bu harbe "nâkısa" derler - yani eksiye geçiş! savaşa israil birliklerinin bir kaç kat fazlası arab kuvvetleri katılmıştır. esas müttefikler mısır, suriye ve ürdün'dür ama ırak ve saudîlerden, fas'a kadar muhtelif arab devletleri de, destek ve sembolik sayıda da olsa mücahid göndermişlerdir.

filsitinlilerin mâkus talihi, nâkısa ile büsbütün beter olmuş; hangi akla hizmet ise, yenilgiden sonra tek çare olarak uçak kaçırma, orayı burayı bombalama gibi şiddet eylemlerine yöneldikleri için, medenî dünya çapında nefret nesnesi haline gelmişlerdir. terörist yaftasının fayda sağlamadığını anlayıp, diplomasi yolunu benimsedikten yıllar sonra, bugün dahî çektikleri, o dönemde yarattıkları imaj neticesidir. ayrıca, o sıralar sığındıkları ürdün de, 1970 başlarında çok kanlı bir savaştan sonra filistinlileri topraklarından zorla kovmuştur.

hamas'ın sandık demokrasisi ile işgal ettiği gazze ( fatah'ın elindeki batı şeria gibi) de 1967 savaşında israil tarafından zaptedilmiştir.

nasır, nâkısayı müteakip istifa etmiş ama mısır halkı da arab dünyası da "biz senin gibisini bulamayız aman bizi bırakma!" diye yalvarınca, ölene kadar yerinde kalmıştır.

nasır'ın aslen uçan balon kıvamındaki itibarına en katkıda bulunan olaylardan biri de, bandung konferansının mimarlarından olmasıdır. "bağlantısılar hareketi" diye de anılan bu konferans çerçevesindeki gevşek örgütlenme, nato, cento, seato vs. ve varşova paktı (5) üyesi olmayan, çoğunlukla ya züğürt ya da petrol üreticisi "kalkınmakta olan" ülkeyi, dünya politikasında üçüncü bir kuvvet merkezi olarak tesis etmeyi amaçlamakta idi. nasır'ın en başta adı geçse de, bandung'un asıl lokomotif kurucuları hindistan'ın lideri jawaharlal nehru ile yugoslavya'yı tek başına ayakta tuttuğu öldüğünde anlaşılan josip broz tito idiler.

bu büyük "başarı"nın dünya barışına getirdiği en önemli katkı, birleşmiş milletler genel kurulu denen forumun tamamen öksürükten tayyare bir uluslararası kuruma dönüştürülmesi idi. kısaca, yardımla beslenen diktatoryalar meclisine dönen genel kurulun siyasî hükmü kalmayıverdi, halâ da yok...

haa, unutmadan, bandung örgütlenmesine verilen en yaygın isim de "üçüncü dünya" hareketidir. sadece üçüncü dünya deyiminin zihinlerde uyardığı içerimler, çağrışımlar bile nasır'ın başarısını tescil ve tevsîk etmeye yeter ama bizde buna da heveslenenler çıkacağına bahse hazırım.

hayrı dileyenin olsun.

--------
(1) mücellâ, parlak yüzey
(2) hani şu devrildikten sonra "yakında yalnız iskambil desteleri ile ingiltere'de krallar kalacak," deyen şişman adam.
(3) 1948, 1956 süveyş krizi, altı gün savaşı ve 1973 yom kippur savaşı.
(4) savaş sonunda israil neredeyse kahire'ye girmiş, mısır'ın asya'daki topraklarını, batı şeriâ ve gazze'yi, golan tepelerini ama en önemlisi kudüs'ü eline geçirmiştir. işgal ettiği toprakların bir kısmını hiç savaş kaybetmediğiğ halde, 1980 lerdeki menahem begin- anvar sadat yumuşaması sürecinde ve sonraki barış aşamalarında geri vermiştir. yâni, israil'in şu sıralar yeniden "işgal" ettiği gazze, zâten israil'in 1967'de zapt ettiği ve geri verdiği bir yerdir.
(5) zamanede sovyetler birliğini tanımayan çok, varşova paktı da komunist blok tarafından nato'ya karşı kurulmuştu.

öfke neyse de, akıl san'attır

tayyib efendi, gûyâ türkiye'nin sesini duyurup, derdini anlatıp, sorunlarına faydalı olabilecek görüş teatîsinde bulunup ülkenin etkinlik ve prestij alanını genleştirmek üzere gittiği davos'tan hamas hususî temsilcisi sıfatı ile şimon peres'i kaatil ilan edip "fatih" sıfatı ve ahmadınajad efendinin gönülden alkışları ile yurda döndü ya; aziz milletim fütühat şehveti ile farketmese de davos toplantıları ondan sonra da sürdü.

adı üstünde "dünya ekonomik forumu"... ve de dünya denen top şeklindeki gezegenin üzerinde kapitalist sistem açısından ciddiye alınabilir, kıymet-i harbiyyesi olan (1) herkes de davos'ta konuşmalarına, görüşmelerine, temaslarına devam ettiler. eh, insanlar davos veya benzeri toplantılara genelde, ülkelerinin ve/veya kurumlarının menfaati için giderler. el-alemin meşguk davâlarını savunmaya değil...

türkiye "kamuoyu" (2) uzun zaman davos'u bir "emperyalist zenginler kulübü" olarak tuuu-kaka ettikten sonra, bilhassa turgut özal'ın başbakanlık zamanında pek bir benimsedi. arkadan sair ve şair hukûmet başları da katıldı ise de, yiğidin hakkı yiğide, türkiye'nin davos'ta özal devrinde tadına vardığı kadar şaşaa, ancak tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın hakikaten başarılı batıya açılma harekâtını sürdürdükleri sırada yeniden yakalanabildi.

okur yazarlar için bunun da nedeni ortada: davos, kapitalizmin "esnek" ve "adaptif" karakterinin fikrî planda bir uygulama alanı. sadece bazı mes'eleler değil, muhtemel çatışma alanları ve onların nasıl aşılabileceği gibi konuların da perspektif içine alındığı bir düşünce pazarı (3).

türkiye, hele de kıbrıs'taki emr-i vâkînin dünyadaki sistematik açısından büyük bir risk oluşturmadığı anlaşıldığından, özellikle de yunanistan avrupa içinde kesin emniyete alındığından beri, ancak kapitalizm bünyesinde, o da bölgesinde üstlenebileceği işlevler açısından değerlendirilerek davos gibi forumlara davet edilir oldu. türkiye'ye böyle bir rol biçmeyi özal başarmış, bugüne kadarki iktidarlar onun mîrasını yemişlerdi. tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, 11 eylül sonrasında şarka doğru bir mendirek, en azından bir köprü arayan global dalgaya da binerek, ülkenin konumunu bir kaç diş daha yükseltebildiler. yine de türkiye, davos için "olmazsa olmaz" değil, "olsa iyi olabilir" bir üye gibi kaldı

dolayısıyla, bizim hamas hususî mümessilinin "hışımla" haneyi terketmesi, davos görüşmelerinin sonu olmadı. talep esnekliği hayli düşük petrol gibi bir mala dayalı ekonomisine rağmen, gerçek rusya(lar) imparatoru rasputin vladimir putin'in korumacılığa hayır deyen nutkundan, çin'in daralan dünya pazarı yüzünden düştüğü paniği gizlemeye çalışan başbakanına kadar, pek çok önemli siyaset ve iktisat kaptanı geleceğe doğru seyir yapmanıın yöntemlerini ölçüp biçtiler

gelgelelim bu yıl, tayyib efendi hazretlerinin "haklı (!?) öfke"si dolayısıyla, türkiye hem global konularda hem de kendisini doğrudan ilgilendiren ekonomik ve siyasî sorunlarda "söyleyecek ya da dinlenebilecek sözü olmayan talî bir potansiyel merkez" konumuna geriledi.

hamas'ın bu işten kârı nedir bilmem ama geçelim bu gerilemeyi, sadece bu yıl orada dönen dolapların ve pazarlıkların dışında kalmak bile türkiye için önemli bir zarar sayılır.

benim işim türkiye yöneticilerine akıl vermek değil tabii, ama bir tarihî noktayı hatırlatayım okuyanlara: eğer o zamanlar sovyetler birliği olan rusya bir "hışım" güvenlik konseyi toplantılarını boykot edivermek gibi abidevî bir diplomatik ve siyasî budalalık yapmak yerine oturuma katılıp veto hakkkını kullansa, amerika zor çıkarırdı birleşmiş milletler'den kore'ye ortak müdahale kararını!..

öfkeyi bilmem ama akıl siyasette hakikaten san'attır!

--------
(1) bu, her katılanın kapitalist olduğu veya olması gerektiği anlamına gelmiyor tabii. sistem açısından taşıdığı ehemmiyet, negatif bile olsa, katılıma esas.
(2) doğru tâbir ile, ahalîsi tabii ki... ahalî de düşünebildiği oranda bir veya birkaç, çoğu zaman da homojen olmayan efkâr ürettiğinden, "kamuoyu" diye bir özne değil ancak nesne olabilir.
(3) hayır, fikirlerin ve tavırların birbiri ile kılıç çatıştırdıkları bir "arena" değil!..

Sunday, January 25, 2009

organik ve organize

geçenlerde yazdığım bir post, eser karakaş'ı fazlaca ciddîye aldığım intibaını bırakacak bir havada çıkmış. bir kerre, özü itibarı ile "efemeral" (1) her hangi bir gazete yazısını veya onu baskıya yetiştirmek için zamanla cebelleşen yazarını ciddîye almak, çakmak alevini yangın sanmaktan farksız olur. ikincisi, o yazılar bilgilendirmek ve ufuk açmak havasında dahî kaleme alınsalar, en kalllavîsi ile, bir cuma hutbesi veya pazar vaazı kadar fikrî hükümleri vardır.

tabii bu eser beyin şahsını ve fikriyatını ciddîye alıp almamam ile ilgili değildir. karakaş bu vak'ada, düşünen değil, yorumlayan ve yoran kişiden ibarettir. benim onu hayra yormam da şart değildir.

mes'ele şudur: galiba antonio gramsci ancak kısmen haklıdır. üstadın deyişi ile, entellektüel, fikrî bir sistematik ya da ideolojiden gerçek anlamda veya tümden bağımsız olamaz. ya sistem ile soğuk ama yine de kopuk olmayan bir ilişki sürdürür, ya da onunla birlikte organik bir ideoloji üreticisi zümre olarak gelişir. uzun lâfı kısaltmak için budarsam, sistem her ne ise onun karşısında bulunanlar (gramsci için proleterya) da bu yüzden kendisine organik bir intelligentsia yaratma/lıdır/ya çalışır.

sonuçta biraz kabaca da olsa, gramsci öğretisine göre, intelligentsia aşağı yujarı fener-gassaray modeli üzerinden kamplara ayrılır.

gerçek tabii ki bu derece "sekter" değildir. organik entellektüelin üstlendiği misyon esasen "sistem" denilen bütünün varlığı ve bek'aı (kalıcılığı, devamlılığı) olduğundan, yeri geldiğinde o sistemin uygulayıcıları ile kıyasıya aykırı da düşmeyi gerektirebilir. sol bir entellektüel pek âlâ ilkede desteklediği sol bir hukûmeti, tozlu halı gibi silkeleyebilir. veya merhum samuel huntington gibi, gramscian organik entellektüel kavramına örnek bir bilgin, washington siyasâsını yerden yere vurabilir. maksat da o uygulamalara, temeldeki felsefenin geçerliliğini yitirmesini önleyecek uyum ve düzeltmelerin yapılmasıdır.

kaldı ki, hayatın tabiatı da bunu gerektirir. homojenite, gazze, filistin, afganistan gibi pek az tefrikata (differentiation) uğramış insanî örgütlenmelerde dahî, toplum denen karmaşık yapının mutlak özellikleri arasında yer tutmaz. toplumsal olgu ve olasılıkları her türlü olabilirlikler perspektifi ile düşünmek ile mükellef bir entellektüel ise, haydi haydi o homojenite prangasının uzağındadır.

dolayısıyla, fener'i de tutsa gassaray'ı da; entellektüel, tanımı icâbı, takımının hatâlarını, eksiklerini, vs. de, meziyetleri kadar bilmek ve en önemlisi tuttuğu takım meselâ el ile bir gol atar ise, sanki karşı takım kural dışı bir sayı atmış gibi haykırmak mecburiyetindedir.

her hal-ü kârda, entellektüel bireyin ayırd edici özelliği, bu kritik, haydi, uyduruk türkçesini de belirtelim, eleştirel yaklaşımdır. entellekt ve entellektualite olgularının dinî ve kitabî bilgi ötesine taşınabildiği, bilgeliğe, yâni feylesofîye önem atfeden topluluklarda, zihni ile kendini tanımlayan kişi, o eleştirel niteliği zâten taşımıyor ise, organik ya da inorganik, entellektüel değil, ancak okumuş (diplomé) seviyesinde değer taşır.

dolayısıyla, entellektüel, fenerli iken azıcık da mesela santos veya anderlecht'i tutabilir. bir azıcık da, çemişgezek idman yurdu'nu falan... çünkü esas olan futbol ve oyundur. takım da oyuncu da, her ne kadar esası yaşatan onlar ise de, o esasa bağlı olarak vardırlar.

intelligentsia, ancak politik (2) uygulayıcı benimsediği sistem ve bütün açısından tasvib ettiği eylemler içinde ise onun ile "muvakkaten" ve muhtemelen de miadlı bir organik bağ içine girer.

entelecent-ziya için ise, fener ya da gassaray ile organik tarafdar olmak, varolabilmenin şartıdır. oyuna erişebilmek ancak takım var ise mümkündür. dolayısıyla, benim takımın golü penaltıdan da, off-side' dan, faul yaparak veya çaktırmadan elle atması da hiç fark etmez. yeter ki gol atsın!

entelecent-ziyanın aydından sayıldığı yerde iş böylece oyunu takım ile tanımlamaya dönüşünce, mantık da matematik ve relativite ile belirlenen rasyonel endâzeden şaşar; şark kurnazlığının, sık sık da (gûyâ) hazırcevaplık kisvesine bürünen lâfazanlığı şeklinde zuhur eder. padişaha, halifeye, sultana vs. yarandığı sürece de lâfazan ihsana ve taltife boğulur. gelgelelim, meselâ bir cemil meriç, sistem açısından istediği kadar organik bir entellektüel olsun, tenkid misyonunu da alabildiğine zarif şekilde icra etsin, kenara itilip, nisyân içinde ölüp gidebilir.

o yüzden de şarkta organik de olsa entellektüel "para etmez".

entelecent-ziyadan da olsa olsa organize entellektüel diye söz edilir ki, onun da sözünü etmeye değmez... aldığı para kadar konuşur (3)

---------
(1) ephemeral diye yazsam daha kolay anlaşılırdı ama kelimenin aslı yunanca ve de türkçeye nasıl aktarılacağı konusunda bir kural olduğunu sanmıyorum. fanî desem ağır, gündelik desem de hafif kaçacak.
(2) yunanca aslından, tüm veçheleri ile şehir (toplum) hayatını kapsamak üzere kullanılmıştır.
(3) aman aman tasrih edeyim, üzerimde kalmasın... eser karakaş adı ile yazıya girdimse de belirteyim bu yorumların hiç biri onu hedef ya da model olarak benimsemiş değildir.

Saturday, January 24, 2009

metal curcuna ve genel uyarı grevi

mustafa özbek'in ergenekon dalgasıyla gözaltına alındığı gün, tv fırsatını yakalayan bir grup metal-iş yöneticisi, kameralar karşısında yağmur olup yağmasa da epey bir esip gürledi.

metal-iş, hukûmetin adlî mekanizmayı kullanarak, işçi hareketi ve özellikle de türkiye'nin en büyük konfederasyonuna bağlı en büyüklerden biri olan kendi sendikaları üzerinde baskı uyguladığını iddia etmekteydi.

her ne kadar konunun özü, işçi hakları, hukuk ve demokrasi ise de, beş-on kişilik bir koro, sendika sözcüsünün konuşmasını ikide bir "özbek nerede, biz oradayız" diye slogan atarak kesmekte idi. mâlûm, az gelişmiş toplumlarda demokrasi bile kişi ile kaimdir ne olsa. ayrıca özbek poliste, koro ise tv ışıklarının önünde idi ama olsun, dayanışma dayanışmadır.

metalciler, epeyce curcunadan sonra olaysız bir şekilde dağıldılar; daha doğrusu muhabirler ilgilerini kaybedince dağıldılar.

tamamen sun'î ilkah yoluyla ve devlet aracılığı ile vatandaş sırtından gelişen sendikal hareketlere bakınca, ister istemez amerikan usûlü gangster sendikalizm gelir aklıma. ama doğrusu jimmy hoffa ile mustafa özbek arasında ortak nokta olup olmadığını da söyleyemem... benimki daha çok bir çağrışım.

ama şunu çekincesiz beyân ederim ki, "özbek neredeyse orada olduklarını" iddia eden metalciler, medeniyyeti bîl-hakkın yaşayan bir toplumda, sahici bir sendika yönetiminde olsalardı, boş curcuna yerine, herkesi hukuk çizgisine davet eden bir "genel uyarı grevi" örgütleyerek güçlerini gösterirlerdi

"entelecent-ziya"nın çelebi demokrasisi

eser karakaş profesör ve de star nam cerîdede köşeci yazar. uzmanlığı, avrupa birliği idi ama güncelin çamurunda boğulduğundan beri pek ilgilenmiyor. ayrıca, ilk iktidara geldiğinde can havli ile de olsa, türkiye-ab ilişkilerinde en hızlı ve ileri adımları attıkları tarihî bir vakıa oluşturan tayyib efendi, gülsuyu & şûrekâyı can-ı gönülden desteklediği,esasen, çalıştığı mevkûte de bu misyon bâbında varolduğu için, son dört yılda avrupa mes'elesindeki kazık freninden ve dört yıl sonra da muhterem başvekil hazretlerinin ab emvâline attığı hamas fırçasından sonra, her halde o da avrupa rûyâsından umudu kesmiş olmalı ki, ihtisas alanını ergenekon ile mücadeleye kaydırmış bulunmakta.

eser hoca üşenmeyip, kendince bir ergenekon tanımı dahî geliştirmiş. ergenekon, "cumhuriyet’in nitelikleri arasında laiklik ve atatürkçülük hassasiyetini ön plana çıkarıp, hukuk devleti ve demokrasi ilkelerini dönemsel olarak da olsa vazgeçilebilir görmek" imiş.

sapına kadar demokrat sıfatı ile kendi payıma, ergenekon denen hukuk rezaletini demokrasi ile aynı cümle içinde anmaktan hicâb etsem de,olur ya; adamın işi sosyal ilim, elbet tarif peşinde koşacak, savlar oluşturup destek arayacak...

gelgelelim, yazarken gayet makul sayılabilecek bir metodoloji izleyen eser bey, iş televizyonlara konuşmaya gelince gaz kesmeyi becerememekte.

hoca efendi, şu son "metal dalga"nın geldiği gün ergenekon tanımını tv ekranlarından seslendirirken, sesinin cazibesine kapıldığı gibi, hızını alamayıp, endâzeyi aştı ve hukuk ve demokrasi ilkelerinin "laiklik ve atatürkçülük hassasiyetini ön plana çıkaranlar" için uygulanmamalarından pek de rahatsızlık duymadığını imleyen beyanlarda bulundu. türk entelecent-ziyasının ebedî vebası demokrasi özürünü şahsında böylece somutlaştırıveren karakaş'a göre, bu taife "maalesef" memleket nüfusunun muhtemelen yüzde 10undan fazla idi ve öyle düşündükleri için de öncekilerden sıyırtanların 11. dalga ile süpürülüp toplanmaları pek anormal sayılamazdı.

eser karakaş'a göre, bu durum, demokrasi ve hukuk devleti ile mükemmelen bağdaşmakta idi çünkü demokrasi, düşmanlarına karşı kendini savunmaktaydı.

yalnızlığnın arttığı hızla güzellikleri yok olan ülkemin standardlarına göre, eser karakaş da muteber bir entelektüel" addedilmekteydi...

tevekkeli değil, entelecent-ziyalar "entellektüel"in de bir "l"sini yemişlerdi.

Friday, January 9, 2009

ergenekon ve mümtaz medya

ilk "yeni, dalga" ergenekon tutuklamalarında "vay!.. yine gündem değiştirliyor, herkes akp'yi de melih gökçek'i de, ankara'da ölen gaz şehtilerini de, kömür rezaletini de, yolsuzluk ve beceriksizlikleri de unuttu, ergenekon batağına saplandı" diye yaygara koparan sözlü ve yazılı mümtaz türk basınının değerli yönetici ve kahraman askerlerine selam olsun...

üç-beş topçu ile bir-iki baldır bacak dışında hiç bir gazete ve tv'de ergenekondan başka bir şey yok allah için.

zihin sanayii çalışanları arasında tutarlılığın böylesine akıllara sezâ olduğu bir ülkede, ergenekonlar kaidedir, istisna değil.

ergenekon

şu ergenekon mes'elesinde sap işe samanın birbirine karıştırılıp bulgur pilavı diye ortaya sürüldüğü hissine en baştan da kapılmıştım ama garip bir taktik durumun varlığı âyan beyan ortaya çıkmada.

her kim kimlerin içeri atılacağına karar vermekte ve organize edtmekte ise, tam maşrûk bir kurnazlık ile "halk içinde muteber" birilerine, meselâ paşalara veya gürüz ya da yalçın küçük hocalara kelepçe vururken, arada hayli şaibeli ve muhtemelen kamu vicdanında pek de temiz sayılmayan bazı kişileri de hooop, onlarla beraber "gözaltına" çekiveriyor.

ilk partide tolon ve eruygur paşalar falan, karanlık kişi ve kuvvetlerle ilişkileri olduğu iddiası çok zaman önce kovuşturulmuş olması gereken emekli orgeneral veli küçük ve silah deposu olmakla suçlanan yüzbaşı tekin gibi sanıkların arasında hapishaneyi boylamışlardı.

şimdi de, sahneye yine her hangi bir kirli ilişkisi "kaldı" ise, hukukun gereği zâten yıllar önceden suçu tesbit edilmiş, cezasını da çekiyor olması şart olan ibrahim şahin gibi birileri itibarı yüksek "sanıklar"ın yanında "yeni dalga"nın içine karıştırılmakta...

içme suyu kuyusuna pislik mi atılmakta acaba?

yalnız unutmamak gerekir... düşman içecek diye zehirlediğin suya günün birinde sen de kova sallandırmak zorunda kalabilirsin.