Wednesday, May 2, 2007

chp bir ümitsizlik dergahıdır

kaçtır ya blogger sitesi ya da laptop komputer yüzünden yazdıklarımı tam yayınlama aşamasında kaybettiğim için epeydir blog ihmal edilmiş durumda. türkiye'nin ahvalinin insanda düşündüklerini kaleme almakta tereddüd yaratan havası da, tabii etkili olmakta.

neredeyse bir haftadır laik düzenin yılmaz ve savaşkan müdafii cumhuriyet halt fırkasının, bayrak gönderini güverteye çakacağım derken dibini delip gemiyi batıran kaptan misali, anayasal düzenin altını oyarken saplandığı pinokyo mantığı üzerine isteyip de yazamadıklarımı bugün "post" ederim diyordum ama galiba, vaz geçtim.

vaz geçtim, çünkü fırkanın patetik demokrasi anlayışı o kadar ortada ki, neredeyse dördüncü dereceden maaş almamış devlet memurini olmayanlara oy hakkı bile tanımayacaklar. ancak siyaset ile varolabilen böylesine bir mevcudiyet hakkında yazmak, ona "zatiyet" kazandırmak olacak.

bari, dedim, 10-15 sene önce, daha cumhuriyet halt fırkası bol dalgalı deniz'inde iyiden boğulmadan önce bizim bodrum gazetelerinin birine yazdığım bir parçayı ısıtıp sofraya süreyim. fırkacılar zaten anlamaz, milletin de fırkadan yiye yiye ağız tadı bozulduğundan zaman farkı ortaya çıkmaz nas'olsa. ama naapiiim, dürüstüm ve işe itiraf ederk başlıyorum işte...

haa, bu arada, adil olmak adına belirteyim ki eğer halt fırkası haricinde bir sol, sosyal demokrat, demokratik sol (ne demekse!) vs. bir parti hakkında "aman bunlar farklı, chp baykal'dan kurtulana kadar bu tarafa meyledeyim," gibi, neticede kendiniz aldatmaktan başka bir işe yaramayacak yorumlarınız varsa, garfucius size baştan söylesin, hemi de bodurumca: aynı geliiiiirrrr...

mesele mantıkta mirim, mantıkta!




CHP Bir Ümitsizlik Dergahıdır


Cumhuriyet Halk Partisinin, kökeni İttihatçılığa uzanan ve Osmanlı – Cumhuriyet geleneğinin ülkede kapitalizmi (hala) yerleştirmeyi başaramamış olmasından dolayı, Atatürk’ ün bile çare bulamadığı yapısal bir hastalığı vardır. Bu illet, kırmızı bir filin ard nahiyesi kadar bariz ortada durmakla birlikte, esasen toplumun bütününce fazla önemsenen bir konuya temas etmediği için, pek de farkedilmemektedir : Okumuş, ya da diplomalı cehalet…

Türk toplumsal tarihinde eğitimin yeri malumdur : İster padişah efendimizin kutsal vücutlarına, ister o kudsiyeti Memurin Muhakemat Kanununa yayacak kadar kendine maleden saltanat sonrası bürokrasi örgütüne hizmet etsin; devlet için memur yetiştirmek.

Kapitalizm gereği, üretime yönelik bilme ve örgütlenme becerileri ile donanmış nesiller yetiştirmeye ihtiyaç hissetmeyen İstanbul – Ankara bürokrasileri için, bilgi ancak usul, adab ve adet ile sınırlı kaldıkça makbuldür. “Bilim”in tohumunu saçan “sorgulama” ve “tartışma” gelenekleri, maazallah, aykırı bir takım doğrulara götürebilecekleri endişesi ile, kudsiyete karşı küfür addedilir. Bu yüzden, ne entellektüel hayatımızda yeniliğe, ne de siyasal geleneğimizde çoğulculuğa rastlanabilir : Düşünce ya statükocudur, ya tepkisel; “muhalefet” ya isyan ile eşanlamlıdır, ya da uzlaşmaz kavgacılık ve hizipçilikle.

Eğitim böyle iken, eğitilenin “diploma”sı da “talim”den, yani “bilimlendirme”den çok, “terbiye”, yani mevcuda uyum kıstasına yüz dönmek zorundadır. Yani, kısaca, “okumuşluk” lazımdır, çünkü mevki böyle elde edilir, “bilgi” diplomayı almak için almaya yetecek ölçüde ve alıncaya kadar gereklidir. Ahalinin mektep medrese görmemiş çoğunluk kesimi zaten adet ve alışkanlıkları dışında her konuda cahil kalmayı erdem saydığından, "diplomaya yeter" bilgi ile okumuşluk varakasını koparan herkes, halk indinde alim sayılır. Alimin de, arkasında memuriyet kaynaklı devvlet gücü yoksa, zaten pek esamisi okunmadığından, ilminin de pratik hayatta pek hükmü olmaz.
***
Kapitalizmin ana fikri, fırsat değerlendirmeye, değerlendirilebilecek fırsatlar tükendikçe yeni fırsatlar yaratmaya, çeşitlenmeye ve çoğulculuğa, dolayısıyla, üsttekilerin her zaman hoşuna gitmese de, girişimcilik balının kaçınılmaz keçiboynuzu olan serbestiyete prim vermeye dayanır. Diplomalı cahil kadrolar, genel tutum itibarı ile kapitalizme de karşı çıkmak zorundadırlar, çünkü donanımları rekabete elverişli değildir. Serbesti de onlar için ne halt edeceği bilinemeyen cinleri sihirli lambalardan salıvermek kadar risklidir. Kontrol, kapıları kapatmaktan, olanı iyisi ve kötüsü ile muhafazadan geçer. Zaten, eğer kontrol “biz”de ise herşey ala, “başkaları”nda ise herşey berbattır.

Yönetim ve siyaset anlayışı da bu basit ilkeden ibarettir. Tabii, Afrika bozkırlarında bile bu gerçeği doğrudan yutacak kadar bol enayi artık kalmadığından, politik söylem, hamasiyatla belirlenir... Boş laf, asla modernite temelindeki en büyük taş olan matematik mantık ile beslenen analitik düşüncenin yerini tutamayacağından, er geç kutsal kavramların da cılkı çıkar ve bir bakarsınız adamın biri zuhur edip, “Senin gözlerin var ya, vatan millet sakarya” diye bir pop abesliğini haykırmakta hiç beis görmemiiiiş.
***
CHP’ den “vatan millet pop’una” uzanan çizgi de, kırmızı filin sallanan kırmızı kuyruğu kadar ortadadır. Fırkaya, tarihi boyunca seçimle meclis salt çoğunluğunu kazandıramayan siyasi erkan, asla seçmen kütlelerinin gerçek yönelimlerini deşifre etmeyi becerememiştir. Tabanının çoğunluğu ilkokul üçten terk, “elit” takımı da kitaba küskün okumuşlardan müteşekkil örgüt, hakim hizibin dogmalarını halkın talepleri diye yutturan İttihatçı artığı geleneğe boğulurken bulduğu saman sapı gibi sarılmıştır.

Ortaya tutucu, doktriner, popülist, refleksleri zayıf, dolayısıyla da sorunu tanımlayıp, tanıyıp, çözüm getirmekten aciz bir siyasi ucube çıkmıştır.

Cumhuriyet Halk Fırkası, bugün ne bir yığın partisidir, ne bir sınıf partisidir ne zinde güçlere yeterli güveni aşılayıp, son zamanlarda yaydığı imajın içini doldurmayı ve “devlet partisi” haline gelmeyi becerebilmiştir. Özelleştirmeden partiler kanununa, YÖK denen faciadan sosyal güvenlik reformuna, asayişten hükümet meselesine kadar hiçbir konuda da tutarlı bir fikri ya da siyasası zikredilmiş değildir.
***
Cumhuriyet Halk Fırkası, Türkiye siyasetinin asla açıkça telaffuz edilmeyen gizli aksiyomasının da örtülü şampiyonudur: Demokrat olunmadan da demokrasinin olabileceği zırvasına, için için ama yürekten inanır. Demokrasiyi hala kavrayamamıştır ve sandık saplantısı ötesinde bir demokrasi felsefesinden mahrumdur. Onun için, işine öyle gelirse, oy sayımı uğruna 70 milyon vatan evladını ev hapsine tıkmakta da sakınca görmemiştir, demokrasinin tarifinin devlet yetkesinin ve yetkilerinin birey hakları önünde sınırlanması demek olduğunu da asla anlayamaz.

CHP, 1983 seçimlerinden beri ama şu, ama bu isimle hep politika sahnesinde olagelmiştir. Bu 15 yıllık süre içinde koca Sovyet imparatorluğu bile yıkılmış ama, CHP güya karşı olduğu YÖK’ ün kaldırılması, bir zamanlar meclisi birbirine katarak engellediği DGM’ lerin Anayasa’ dan çıkartılması, adalet reformunun gerçekleşmesi ya da buna benzer çeşitli 12 Eylül safrası sorun hakkında ciddiye alınabilecek hiçbir girişimde bulunmamıştır. Demokrasinin Fırka’ ya şükran borcu mevcut değildir.

CHP’ nin çoğunluğu ilkokul üç terk delege taifesi ile umumiyetle okur yazarlıktan vareste okumuş elitleri, dibi delik gemide hep birlikte batıldığını unutup, suyu kimin boşaltacağı kavgasına düşen kaçak yolcuları andırmaktadırlar. Kendilerine “siyaset” hamurundan yoğurdukları kısıtlı sanal dünyalarında, sanal yerel sorunlarını evrensel sanarak politikacılık oynamaktadırlar. Gençliğinde “domates” lakabıyla maruf, asık yüzlü, saldırgan tavırlı genel başkanlarından, devlet dairesi duvarı suratlı bahriyelibaşı genel sekreterlerine; en “aydınlanmacı laik” milletvekilinden, en ücra yurt köşesindeki ilçe başkanlığı çaycısına kadar, hiçbir CHP’ linin “muhtarlık sisteminin totalitarizmin bir aracına dönüşüp dönüşmediği”; ya da “emeklilerin maaş kuyruğuna girmeden ve kuyruklarda terk-i dünya eylemeden üçaylıklarını kredi kartı ile çekmeleri imkanının sağlanıp sağlanamayacağı,” gibi gündelik konularda anlamlı bir cevabı yoktur. Daha doğrusu, kendince tutarlı sayılabilecek en muhtemel cevaplar, “muhtarların ulusal güvenliğe yardımcı olduklarını” iddia eden veya “ödentiler bizzat emeklilere yapılmazsa, öldüklerinde varislerinin devleti dolandırabilecekleri” varsayımına dayanan faşizan özlü tezler içerecektir.

En acıklısı da, sıradan CHP’ lilerin ekseriyeti, bu cevapların neden “faşizan içerikli” olduklarını akıl edemeyeceklerdir.
***
“Dürüstlük timsali” diye ortaya çıkıp, boğazlarını aşan skandalların selinden pos bıyıklı katil Apo’ nun ipine sarılarak kurtulmaya çalışan (**) 55. Hükümetin, demokrasiyi Türkiye’ nin gündeminden çıkarmak ile başlayan pek çoğu olumsuz icraatının en kötü sonuçlarından biri, Demirel’ in “yarı başkan” olarak siyasi kariyerini Çankaya'da sürdürmesi olasılığını bir “umut” seviyesine yükseltmek ise, daha acı ve kalıcı zararları da CHP’ nin (değiştirmeyi akıl edemediği seçim sisteminde) oy barajını aşmaktan korkmayabilecek popülariteye ulaşmasına sebep olmasıdır.
***
Damga pulunun kaldırılmasından, dış politikada Ukrayna’ nın desteklenmesine kadar hiçbir konuda slogan ötesinde düşüncesi, hatta bazan sloganı bile bulunmayan Cumhuriyet Halk Fırkası, “cumhuriyet”in “demokrasi”nin Osmanlıca karşılığı olduğunu kavrayana dek, ancak İttihat ve Terakki Fırkasının karikatürü kılığında siyaset yapabilecektir. İmparatorluğu anlamsız savaşlarda helak eden öncülleri gibi, onlar da damga pulu örneğindeki “basit” ve “önemsiz” meselelerin ahalinin tepe tüylerini nasıl ayağa diktiğini hayal edemeyecek kadar uygun adım yürümektedirler.

--------
(*) Halk Fırkasının hala tahtel şuurunda yatan demokrasi anlayışının simgesi 1946 maskaralığı, seçimden sayılmamaktadır.
(**) Ve CHP’ nin beceriksizliği sayesinde bunu ya başarabilecek, ya da bundan puan kazıyabilecek kadar avantajlı bir konuma gelen…

No comments: