Sunday, September 2, 2007

hay lazımlık başına taç olasıca - dolusundan tabii

gürültü, malumunuz, medeni dünyada önemli bir sorun sayılır. çünkü, gürültü rahatsız eder. çünkü gürültü, insanın özel alanına bir tecavüzdür. çünkü gürültü, yapana orgazmik zevk verse de, çevredekiler için çekilmez bir beladır.

az gelişmişlerde ve üç-buçukuncu-dünyada ise gürültü değerlidir.

en önce, "ağlamayan velede meme vermezler". meme, üstad sigmund freud'un önerdiği şekilde ilerleyen yaşlarda muhtelif formlara bürünür (*). az gelişmişler ve üç-buçukuncu-dünyalılar hayatta mesleğe dönüşecek bazı beceriler kazanıp, rekabet içinde yeteneklerini sergileyerek üretim ve tüketim dünyasında kendilerine yer bulup, benliklerini oluşturacakları yerde; istediklerini gürültü yaparak elde etmeye çalışırlar. ağlayarak memeyi kapan bebe, çocuk olunca yaygarayı basarak top ister, çikolata ister, komşunun kızının saçını çekmek ister. sussun diye de ya isteği yerine getirilir, ya da iyi bir sopa çekilir.

sopa, özünde acı vererek zıırıltıyı arttıracağından sık ama yine de daha nadir kullanılan bir yöntemdir. toplam bilanço, genelde yaygara-meme ilişkisini doğrulayan sonuçlara baliğ olur. ancaaaakk... bu arada "sopa"nın sorun çözmekte yaygaradan aşağı kalmadığı da ortaya çıkar. hala bile, yaygaranın ihtişamını hiç bir şey bastıramaz, çünkü sopayı basan otorite de, iranlı cellad taifesi ya da ingiliz sosyete mektebi schoolmaster'ı gibi, bu işi mekanik bir görev anlayışıyla değil, "otorite"nin kim olduğu babında şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde "bi daa yapacan mı len ......... nın .... çocuğu!" (**) diye ruhunun derinliklerinden fışkıran ürkütücü feryadlar ile bağırarak yaptığından, gürültünün erdemi bilince de, taht-el şuura da perçinlenerek yerleşir.

üstelik, gürültü artık otoritenin, yani başkalarına üstünlüğün de simgesine dönüşmüştür; değil mi ki en çok vaveylâ koparan, sopayı da en insafsızca sallayabilecek kadar "tepede duran, saygı gören"dir!..

medeni dünya, temel nitelikler açısınndan eşit ve aynı haklara (hakkın çoğulu malumunuz, esasında "hukuk"tur) sahip insan-bireyler arasındaki ilişkilerin, herkes için geçerli, yani "evrensel" kuralllar çerçevesinde düzenlenmesi sayesinde, bir sistem içinde faaliyet gösterir. toplum da organik bir bütün olarak, bu kurallar çerçevesinde işler. kurallar kişiye, yere, zamana göre lap lup değişmediği için, kıçıkırık bir kamu görevlisi ya da siyasi geçecek diye şehirde trafik felç olmaz, trenler zamanında kalkar, gürültü yapan mekânlara da izin verilmez. kimsenin dayılanmasını da kimse yemez.

az gelişmişlerde ve üç-buçukuncu-dünyada ise gürültü, gavurca tabir ile, bir "prerogatif"tir. her ne kadar medeniyet özentisi ile çıkarılmış kurallar mevcut ise de, temelde devlet denen zorbalık aygıtı düzeni değil, hiç bir mantıkî, hukukî, ahlakî, hatta çoğu zaman sosyal norma dayanmadığı halde, vehmedilen üstünlüklere göre kurgulanan hiyerarşik örgütlenmeyi kollamaya öncelik verdiği için, bazı kurallar, öteki kurallardan daima daha kuraldır. onun için de sokaklarda "çöp dökmek kesinlikle yasaktır" gibi duyurulara rastlar, kirletmesi "kesinlikle" değil, sadece "yasak" olan bir köşe bulana kadar çöpünüzü atmazsınız!!!

az gelişmişlerde ve üç-buçukuncu-dünyada hayat "gücü, gücü yetene" bir silsile-i meratib (***) içinde ama asla örgütlenmeden, salt "sıralama" içinde devam eder. dolayısıyla, az gelişmişlerde ve üç-buçukuncu-dünyada toplumsal değişme veya gelişme sadece dışarıdan tekmeyi yeyince başlayan hareket sonucu mümkündür. aksi takdirde, herkes, hatta en alttakiler bile bulunduğu "sıra"dan aslında o kadar memnundur ki, oluşan toplam denge bozulsun istemez.

işte tam da bu noktada, gürültü, gücün simgesi bir "imtiyaz" olarak tezahür eder.

eğer onca kural, ceza (!?), nezaket ve nezaketin kaideleri, birlikte yaşamanın gerekleri, diğer insanlara saygı vs. gibi medeniyetin olmazsa-olmazlarını köpek kakası kadar kaale almaz; seçim otobüslerinizin amplifikatörlerini, belediyenizin hoparlörlerini, diskonuza monte ettiğiniz en "modern" teknolojik fasıldan musiki cihazlarını "volume" düğmesini allah ne verdi ise sonuna kadar dayayarak böğürtebiliyorsanız ve size "sus" deyen çıkmıyorsa, siz imtiyaz sahibi sınıftansınız demektir. imtiyaz sahibi olarak, muhtemelen, üstelik de ruhsatsız, bir silahınız, en azından av tüfeğiniz, o dahi yoksa bıçağınız falan da vardır mutlaka... ve size kimse bunları neden taşıdığınızı sor(a)madığı için, kazara bir sade vatandaş "şu tantanayı kıs lütfen" diye size sus gelirse, çeker korkutur, hatta vurursunuz.

mehmed efendi tık dese veya bekir beyin evcil köpeği havlasa kapısında polis biterken, ahmet beyin otelinden diskoteğinden, meyhanesinden -artık magazin sosyetesi arasında başka adla anılıyorsa bilemem-, hatta evinden vâveylalar koparılmasına ses çıkarılmıyorsa, bu imtiyaz bir de örgütlü imtiyaz haline dönüşmüştür ki, suçlu ile suçu işleyenin aynı kaba ettikleri bu düzenlere de, malumunuz, oligarşi denir.

oligarşi gürülltünün efendisi olup, yaygaraya sahip çıkınca, minareye öyle kılıflar da uydurur ki azıcık sulh sukûn aramak bile vatana hiyanete dönüşür: meselâ "bodrum turizm kentidir. döviz kazanmak için eğlence yerlerine ihtiyaç vardır" gibisinden. imtiyaz sahibi oligarşi düzme işiyle uğraşırken, daimi düzülen konumundaki az gelişmiş ve üç-buçukuncu-dünya insanı, köşesine çekilir susar, hatta sevdiği parçalar çalınırsa, zevk bile alır.

benim gibi sınıfsızlar da, hele pencere açık yatma meraklısı iseler, az gelişmiş ve üç-buçukuncu-dünya olmayan yerlerde geliştirilen fizik kurallarını uygulayarak imtiyazlı oligarşinin yaydığı iğrenç yaygaraları evin, odanın dışında tutmaya uğraşırlar. ne zamandır mı? kaymakamından (****), belediyesinden (*****), polisine hatta sahil güvenliğe kadar her mercie başvurdukları halde yaya kalıp, yine hayrı yalnızca "medeniyet"in ürettiği teknolojide buldukları yıllardan beri.

her neyse, geçenlerde eve geldiğimde ne sesi ses, ne sazı saz, detone ve gacırtılı bir muganni ırlıyordu (******) "başıma taç olasııııııınngggg" diye... gayriihtiyâri tepki verdim: "lazımlık başına taç olsun... hem de en cıvığı ile doluyken"...

-----------
(*) haydi, tecahül-ü arif eylemeyelim, yansıtılır.
(**) çocuk kendinindir ama dayağı atan otorite olduğu için, neseb (yani, soy sop) anonimite kesbeder.
(***) aman, ne var şaşıracak canım. kendini tarif ediyor zaten: rûtbeler silsilesi, "hiyerarşi".
(****) bodrum'da gürültü ile uğraşan son kaymakamı, barcılığa özenen, kumarı ve zamparalığı ile maruf, pespaye bir "sanatçı" yerinden etmişti. üstelik, barın ruhsatı bile yoktu. uğur boran bitlis' e vali atandığından beri, içişlerinde bodrum yükselinebilecek bir post kabul edildiğinden, sonra gelen kaymakamlar her halde biraz ağır işitenler arasından bulundu ki, sittin senedir kasabanın alamet-i farikası gürültü.
(*****) belediyecilik, bodrum'un ezeli, ebedi eksiğidir ama gürültü konusundaki tutumları ile sahiden almanaklara layıklar. belediye yönünden insanlar, imtiyaz oligarşisindeki sıralarına göre, müesseselerinde veya sokak düğünlerinde/eğlentilerinde istedikleri kadar gürültü yapabilirler - belli bir saatte kesmek kaydı ile.
yani, nasıl milletimin kafası yazın kask takmadan motora binefcek kadar kalınlaşmakta ise, saat bilmem kaça kadar kulakları da (bizim buranın deyimi ile) "gofos"laşmakta...
(******) muganni: erkek şarkıcı, arapçadan osmanlıca; ırlamak: şarkı söylemek, hakiki türkçe.

No comments: