Wednesday, September 26, 2007

yetti lan bu "mahalle" ağızları

benim talebe hatırlamıyor, onlara söyletilmemiş... bizim çocukluğumuzda bir marş vardı:


türk çocukları, türk çocukları
gözler ileri, başlar yukarı
yarınki hayat yurt ufukları...


diye giden, faşizan tek parti anlayışının "her türk asker doğar" mantığı ile bileşkesinden türeme, zihinlere üniforma giydirmeye yönelik bir şartlama - endoktrinasyon geleneğinin ürünü, adı da zaten "marş" olan ruh fukarası bestenin güftesi de bir yerinde şöyle sürmekte idi:


çocuklar aziz vatan malıdır
yardım görmeli bakılmalıdır.


hani, mala, davara, eşşeğe, bineğe yemini, arpasını, suyunu verirsin de bakarsın ya... aynen öyle, "mal"a bakacaksın ki okusun büyüsün... ezberini öğensin, vatana millete hayırlı evlad olsun. ama kendine hayrı dokunan bir birey olması şart da değil. öyle kendi başına, aklına gelen her şeyi falan da düşünmesin. yurt ufuklarına "büyüklerini sayıp, küçüklerini severek", mevcutlu ve denetimli şekilde açılsın ki "varlığı türk varlıüına armağan olsun"...


cumhuriyetin pedagojik mantığı, "teb'â devleti içindir" düsturunu ilkokul seviyesindeki, artık "kul" olmaktan kurtulan ancak da "mal"lığa terfi eden küçük "uyruk"lara böyle aşılamakta idi...


şimdi de, entelecentsiyamız "mahalle baskısı" dolayısıyla aziz halkımızın bir bölümünün başörtüsü bağlamaya zımnen zorlanacağı, diğer bölümü de, modernist kesimlerin gizli kınaması sonucu vatan evladının dinden, imandan, ibadetten mahrum kalıp soğuyacakları korkusunu gütmekteler...


garfucius (ingilizce) yazdı: 19. yy bilgelerinden (1) alman sosyolog ferdinand tönnies'in saptadığı üzere, mahalle baskısı gibi insanı sosyal olarak üniform-ist yörüngelere yönlendiren belirleyici mekanizmalar, yüzyüze, tanışıklık boyutu yüksek ilişkilerin fazla da karmaşıklık arzetmediği, bireyi kontrol eden süreçlerin gayet sıkı işlediği, küçük ve kapalı "cemaat" (gemeinschaft) türü topluluklarda yaşanır. daha karmaşık, kalabalık ve kapsamlı cemiyetlerde (gesselschaft) ise, yüzyüze ilişkiler çok daha sınırlı, kişilerden/kişiliklerden bağımsız, kurumsallaşmış, genelgeçer bazı kurallara bağlanmış anonim ilişkiler egemendir. insanlar, dar köylü mekânlarda adam adama markajı andıran bir sosyal denetim yerine, daha çok, karmaşık bir örüntü içinde birlikte yaşamayı düzenleyebilecek kadar geniş kapsamlı, menfaate rasyonel düşünme yöntemi ile ulaşmayı öngören, medenî", (yani şehirli, asla da "kentli" değil) ve şehir ruhu dolayısıyla içselleştirilen normlar (kurallar) çerçevesinde hareket ederler. normların uygulanmasında umum (2) menfaati adına devlet gibi bir otoriter unsurun münhasıran (exclusively) kullandığı yaptırım gücü, çevreden gelen kınama-onaylama zincirinin yerini alır.


özetle, birey nasıl davranacağına geleneğe, dine, duyguya, metafiziğe göre değil, normların bilinci ile, kendi mantığına dayanarak karar vermek durumundadır. mantık, illiyet (3) atfetme bağlamında, hemen hemen her yaratıkta mecburen bulunan bir özelliktir. gesselschaft, karmaşık bir yapıyı simgeler. ilişkiler ne denli karmaşıklaşsa da, uslamlama (akıl yürütme) yöntemi, matematik ölçütlere uyarlanarak "rasyonalite" boyutuna erişmiş olmayan kişiler de toplumun bir parçası olarak o karışım içinde mevcutturlar. dolayısıyla, karar vetiresinde yine din, gelenek, adet, töre gibi düşünce ve davranışı kollektivize ve uniforme etmeye yarayan müesseselere atıfta bulunan kişiler de tabii ki etrafta var olabilirler. ancak, değişmeyen şudur ki, ne yapacağına ilişkin nihaî kararda belirleyici, insanı çevreleyen topluluğun tercihleri değil, bizzat kendi bilgisi ve ona dayanan iradesidir.


ayrıca, ilişkiler ne kadar cemiyete özgü anonimite çerçevesi içinde yürüse bile, elbet de insanın daha dar anlamda cemaat oluşturduğu, aile, dostluklar v.s., bir kaç yakın ilişki örüntüsü de daima vardır. her grup, kuralları ile birlikte varolduğu için, onlar da kişi üzerinde hem sınırlayıcı, hem yönlendirici etkiler yaparlar. burada önemli unsur da, insanın o dar çerçeve içindeki varlığının ne ölçekte mecburî, ne ölçekte gönüllü, ihtiyarî ve iradî olduğudur. bariz şekilde ortadadır ki, gemeinschaft türkçede kırsal diye pası kalaylanan köylülüğe özgü bir sistematik, gesselschaft ise şehirli, medenî bir örgütlenme ürünüdür.


eğer, toplum denen insan yığını, medenî hayatın bağlayıcı harcı demek olan özgün bir kültür geliştiremeden şehir adı verilen mekânlara doluşmuşlar, yanlarında da cemaat tarzı örgütlenmelerini getirip, şehre aynen yamamışlar ve en korkuncu, orada daha önce varolan kültür örüntülerine egemen kılacak biçimde ikâme etmişler ise, çoğu zaman sınıf ilişkilerini dahî aşan bir cemaatleşme şehir mekânı içinde de kendini gösterir. kültür, bir "zihin biçimi"dir. köylülük, o zihin yöntemini, özgürleştirici değil, kısıtlayıcı hükümleri ile tüketmeye başlar, çünkü şehir, sırf mekân olarak bile serbestî çağrıştırır. dar kalıpların alışkanlıklarını zorlar. şehri işgal eden gemeinschaft içinde daralan kafalar, kontrol edemedikleri serbestlikten korkar, muhtelif yasaklamalara girişerek, bir yandan zenginliğini ve diğer nimetlerini sömürdükleri o kültürel mekânı, tanıdık, bildik normlarla dönenbir gemeinschaft çevresine indirgemeye çalışırlar. taşra bu şekilde varoşa evrilir. insanlar, gruplar halinde markalaşır, tekdüzeleşir, özellik ve özgünlükleri tesviye (4) edilir; böylelikle aynılıktan doğan sun'î bir güven hissi yaratılır. şehir, medenî dinamiğini kaybeder, kentleşir.


ancak bu arada şehir de etkisini sürdürmektedir. sırf fizikî zorlamaları ile bile, mesela, kadınları gecekondu mahallesinden çıkartır, nişantaşı'na, çankaya'ya, kordon'a çalışmaya gönderir. o adaptasyon süresi ve de süreci, sosyal bilimler alemimizin evrensel gurur kaynaklarından mübeccel kıray hocamızın sosyoloji bilimine armağan ettiği "tampon kurum ve mekanizmalar" aracılığı ile geçiştirilmeye çalışılır.


bütün bu anlattıklarımda eksik olan tek unsur ise, "birey"dir. birey, bizzat modernitedir. birey, kişiliği, imkanları oranında özgürce gelişebilen insandır. birey, gemeinschaft darallarında gelişmesi çok güç olan bir medenî üründür. bir şehire ait olduğu ölçüde de, kosmopolit, yani her şehrin de hemşehrisi, dünyevîdir. hayatına yön veren kurallar en duygusal oldukları zaman bile rasyonalite terazisinde tartılabilir, gemeinschaft'a özgü metafizik ölçütlerle değil.

demek ki neymiş? mahallenin, köyün vs. baskısından mı çekinmektesiniz? inançlarınızdan başlayarak tüm "bilgi"lerinizi kabullenmeden önce gözden geçirebilir misiniz - çünkü bilgi zaten inançtır, bütün mes'ele, inanmak için yeğlenen ikna yöntemindedir -? kutsal saydıklarınızı ne bahasına da olsa da, seküler bir rasyonalite ile baştan tartabilir misiniz? kendinizi bu "eleştiri"nin merkez odağına yerleştirebilir misiniz? yetersiz bulduğunuz yerde ve takdirde, kendi kişiliğiniz ile de güreş tutabilir, sırtını yere vurabilir misiniz? düşünce, tutum, davranış kalıplarının kolaycı güvenliğini terkedip, düşünme yönteminize sorgulamacılığın kirpi oklarını yerleştirebilir misiniz?

kolay mı sandınız? son 40 yılda bunu sadece hippieler bir ölçüde becerebildi. onlardan önce de pek az filozof çoğunluğun ana kucağından kopup da existentialistler gibi, kendi karanlıklarınnı zihinleri ile ışığa boğmaya cesaret edebildi. medeniyyet, onlardan ışığı kullanmayı öğrendi. şehri medenî kılan zihin yöntemi, post-moş (5) konformizmler ile değil, reddiye (negation) ile umumun içinde özgün yerini bulmayı birey için mümkün kıldı. medenî olmak ile birey olmayı birbirine yakın tecrübeler haline getirdi.

yoksa, o mahalle baskısı dediğiniz olgu, her zaman, her yerde var ve hep olacak. insanlar, hepimiz, her birimiz, kişiliklerimizin direnmeyi başaramadığı noktada ona bir türlü boyun eğeceğiz. bu boyun eğmenin derecesini de, aklımızın sağladığı imkânları ne ölçüde özgürleşme arzumuzun emrine verebildiğimiz belirleyecek. paradigma özgürlük değilse, kimimiz başını zorla örtecek, kimimiz imaj uğruna bilmem ne kafeden çıkmayacak, bilmem ne mağazası dışında bir yerden giyinmeyecek; illa da bilmem ne marka cip kullanmazsa, en önce kendisi kendini adam yerine koymayacak...

eh çıkıyor ortaya değil mi, neden öncelikle türban takma, çarşaf giyme, cübbe-sarık ile dolaşma hakkını değil de kıçını, başını, göbeğini açma hakkını korumak gerektiğini?

--------

(1) az önce tv'de hasan bülent kahraman, tarihî perspektif sana-geldiği eskiye bakış katıklı geleneksel laf kalabalığı içinde "mahalle baskısı" kavramını şerif mardin hocaya mahsus bir kurgu gibi sunmakta idi. mardin hoca elbet de olguya pek de hoş bir ad taktı ise de, tönnies ile sınırlı olmayarak çevrenin birey üzerindeki şekillendirici baskısı ilm-i içtimaiyede (sosyoloji) hayli eski bir illgi alanıdır. ruhiyat-ı içtimaiyede de (sosyal psikoloji) "peer presure" veya grup baskısı gibi başlıklarla, bıktırasıya incelenmiş, kurcalanmıştır. sosyal bilimi medya tatavası sananlara duyurulur. isterlerse veysel batmaz ile yazdığımız "ben ve toplum" adlı kitaptan bir kopya satın alıp, oradan bazı "basic" bilgileri öğrenebilirler.

(2) amme, kamu ama kamunun düşüncesi, "efkâr-ı umumiyye" diye de anılan kamunun "oyu" değil...
(3) aetiology, sebeb-sonuç ilişkileri
(4) aynı seviyeye getirmek
(5) postmodern-ist...

No comments: