Tuesday, September 11, 2007

kahvetülkıraat

köy ve de memleketimizde köyün nisbeten "urban" mekanlara uygulanmış versiyonu olan mahalle kahvelerinin tabelalarına dikkat ettiyseniz, kıraathane ibaresini görürsünüz. şanslı bacak (*)kıraathanesi meselâ...

bol bol bıyıklı, genelde esmer, tıraşı gelmiş, solgun yüzlü, hafif ter veya vücut kokusu yayan amma zaten yaz günü açık havayı bile sigara duman ve zehiri kesif biçimde sardığından kokusu pek farkedilmeyen, sağlıksız görünümlü erkeklerin şakır şukur taş, bol sinkaflı tavla, nadiren pişti, neredeyse nesli tükenen bir kaç kişinin de maça kızı, ohel vs. oynadıklarıı, tv'nin hep açık olduğu, ortalıktaki basılı kâğıtların umumiyetle sandviç sarmak veya çöp dökmek için kullanıldığı bir mekânda kıraat eyleminde bulunan ya kimse yoktur, varsa da, ya meczub ya da pasif homoseksüel (**) yerine konur.

kıraat, lisanımızda, okumak anlamına gelir.

cumhuriyetin resmi ideolojisi, çalışmayı erdem sayar. sayar da, ekseriyeten köylü, azıcık da memurdan müteşekkil bir toplumda, çalışmayı da ancak bürokratik kriteria ile tanımlayabilmiştir. çalışkan türk memuru saatinde işine gelir, mesai bitene kadar daireden ayrılmaz. arada sırada, işi neyse onu da yapar ama daha çok çaktırmadan gazete okur, dedikodu yapar, eskiden spor toto, şimdilerde iddaa kuponu doldurur, esner, kumpas kurar, hanımsa elişi, örgü falanla da uğraşır, gençse hoş memurelerle cilveleşir vs.,vs...

çalışkan türk esnafı, karga kahvaltı etmeden dükkanı açar veya açtırır ki geçen memura simite katık peynir, zeytin satsın; namaza gider, arada kahveye (kıraathane) uzanır, dükkan kapısında tavla oynar vs.,vs...

kahraman türk köylüsü ise kahveye ve camiye gider, arada tarlaya karısı iyi çalışıyor mu diye teftiş için uğrar, tekrar kahveye gider vs., vs...

yani , fizikte verim (efficiency) ile özdeşleşen bir üretkenlikle değil, belli bir mıntıkada geçirilen zaman ve toplamda harcanan beygir gücü (horse power) ile tanımlanır. o yüzden de türk çalışma hayatı, özünde enerji ve zamanda yoğunlaşan bir israf ekonomisini temsil eder.

ve fakat, türk ideolojik olarak çalışkandır. çalışkan adam, boş zamanlarını da değerlendirir. nasıl değerlendirir? tabii ki okuyup, kendini eğiterek...

o yüzden de, türkiye'de köyde de, (pay-i taht diye yutturulmaya çalışılan köyler manzumesi istanbul ve modernite özentisi zavalllı kasaba ankara da dahil) köy azmanından başka bir şey olmayan üç buçukuncu dünya şehir müsveddelerinde de, asla "kahve"ye rastlanmaz. hepsi kıraathanedir, yani, okuma evi!.. (***)

hatta, zaptiye zihniyetli resmi ideolojinin silahı eline aldığı dönemlerde, ya da havaliye zaptiye ruhlu bir vali veya kaymakam atandığında, kahvelere zorla kütüphane bile koydurulur. içine de ele ne geçtiyse o kitap tıkılır. bir bakarsınız, o kıllı ve kokulu tütünkeş erkekler, anadolu'nun bilmem hangi ücra köyünde barbara cartland'ın yazdığı, bir hemşirenin veremli bir barona duyduğu acıklı aşkı hikaye eden romanı, gûya okumakta... üstelik de pembe ve çiçekli bir cilt içinde!..

bizim laz ali'nin (tuna) deyişi ile: "bu çocuk okumaaaaaazzz!.."

-------
(*) vale/oğlan kartının bir adı da bacaktır, malumunuz...
(**) malum, aktif homoseksüalite memleketimizde erkeklikten sayılır.
(***) doğrusu bazan da düşünürüm, acaba halkımın okuma allerjisi pek de barışık oolmadığı kubat ve zorba yönetici bürokrasi ile o zamanlar derinde sakladığı, şimdi yüzeye vuran sınıfsal - toplumsal çelişkinin bir sonucu mudur diye...

No comments: