Saturday, August 4, 2007

yağmur duası ederken çarpılırsınız maazallah!

şu günlerde milletin ne seçim derdi kaldı ne geçim, ne de tatil başladı -bitti problemi. varsa yoksa, ay pardon, tabii ki yok ki sorun var; suuuuuu...

sanki gökten aniden inme bir dertmiş gibi!

türkiye'nin su zengini falan olmadığı unutularak bütün kaynaklar heba edildikten sonra,

altın yumurtlayan tavuk kesilmiş. zavalllı tavuğun ne ızgarasına ne de tavasına diş geçirmenin mümkün olduğu anlaşılmış! iş işten geçmiş, hoşgeldiiiin ezeli dost, panik.

ve bulunan çareye kitakse! devlet himayesinde yağmur duası!

önde bir müftü. müftüye de üstelik diyanet'ten cevaz verilmiş. arkada mazbut bir kalabalık. dua edenler, garip ve tuhaf şekilde ellerini kollarını sallayıp anlaşılan yağmur bulutları ile flört edenler. yaptıkları hareketlerin islamiyet ile ilişkisi bulunmadığı gibi dinen mekruh pagan ritüel artıkları olduğunu dahi bilmeden ellerini, parmaklarını ispazmoza tutlmuş ya da horon teper gibi gtitretip, "yukarıya" işaretle derdini anlatmaya kalkanlar. ve de bil-umum diğer türlerden softa cahiller.

ve bunların önüne devletin resmi görevlisi sıfatı ile geçen, tekrar edelim, sizin benim vergilerimizden maaşını alan bir müftü! hadi ben müslüman değilim de, devletimizin en zengin birimlerinden diyanete ödediğiniz vergiler ile dininizin putperest tapınma adetlerine alet edilmesi karşısında sizin fikriniz ve tepkiniz ne aziz yurtdaşlar?

benimkini mi sordunuz? bi dakka, bi dakka... bakalım arşiv ne söyliiicek... hmmm, 13 sene önce yazmış garfucius su babında. o zamanlar, kuraklık değil, seller dert imiş. her ikisinin de aynı sebepten nasıl başımıza geldiğini okumak isterseniz, buyurun:

güldür güldür kültür

su, tarımın vazgeçilmez unsurudur. suya egemen olmak, bozkırı da ekip biçebilmek demektir. toprağın efendisi olmak, ihtiyaçların karşılıklarını yetiştirebilmek demektir. sözlük anlamıyla, "kültür" demektir...

suya egemenlik, toprağın ürününü, tüketime taşıyabilmek demektir. üreten ile tüketenin, üretileni tüketime hazırlayanın fonksiyonlarının ayrışması demektir. topraktaki kültürün, yaşam biçimlerinin farklılaşmasında da yeşermesi demektir. teknikleri ve icadları ihtiyaçlarla ilişkilendirip, teknolojiyi bir ihtiyaca dönüştürmek demektir. tanrı ve tarla arasında sıkışmış zihinlerin yaşam ve keşif ufuklarına keyif ile açılımı demektir.

köylü toplulukların ortak evrensel özellikleri, suyu kullanamamak, suya tâbî olmak gerçeğinde somutlaşır. köylüye özgü, bilinenden şaşmayan "tek yol, tek çözüm" yobazlığından sıyrılmayı sağlayan, suyu yaşamanın yardımcısına dönüştürebilme becerisi ile gelişen düşünme biçimleridir. zihinlerin uçsuz bucaksız tarlalarındaki “ekin”in hasadıdır. şehrin çiçeği kültür, kurulan her pazarda, her panayırın coşkusunda, limandan limana yelken basan her geminin yükünde, bir kentten diğerine şehirliliğin ana değerlerini taşıyarak yayılmıştır.

etimolojisi "bitki yetiştirmek " eyleminden kaynaklanan "kültür", kent söyleminde, "düşünme biçimi" anlamını giyinmiştir. şehir, artı değerlerin çeşitlilik içinde yaratıldığı mekandır. boyu posu, iktisadi varlığı ne olursa olsun, her şehir kendi çeşitliliğini bir kültüre yoğururken, hemşehrilerini hem köylülerden, hem de diğer kentlilerden ayırdeden, kendine özgü bir yaşama ve bilinç tarzı da geliştirir. şehir, farklılığını bilincinin baş ölçütü yaparken, bir yandan da, giderek evrenselleşen bir değerler ve davranışlar sisteminin ağı içinde yeralmaktadır.

köylü topluluklar ise suya egemen olmayı bilemezler. köylülerin yığıldığı, istiab haddinin üstünde nüfus yoğunluğuna tahammül edebildiği için, hasbelkader "kent" diye adlandırılan şehirimtrak mekanlar, ya suyun doğa ve topoğrafya gereği uslanıp, munisleştiği coğrafyalarda kurulmuş, ya da suyu kullanmayı bilen önceki kültürlerden gaspedilmiştir. bir üçüncü şıkta da, su kullanmayı beceren koloniyalist milletler, sömürgeleştirdikleri köylülerin kenti andıran mekanlarına kendi şehir adab ve erkanlarından birkaç tutam serpmişlerdir.

suyu kullanmakla başlayan teknoloji üretiminde yaya kalan köylüler, teknolojinin bireye kazandırdığı zamanın değerlendirilmesi konusunda da merkepten düşmüşlerdir. düşünceleri ucuca ekleyip, bir düşünme sistemi, yani, kültür yaratamamışlardır. köylü yığınlar, teknolojinin ürünlerini kullanmayı öğrenmiş, hatta ihtiyaç haline dönüştürmüş ama teknolojiyi bir ihtiyaç olarak hissedememişlerdir. tıpkı sellerin coşmadığı, kuraklığın dereleri kavurmadığı zamanlarda egemeni olamadıkları suyun ihsanıyla harmana erdiklerindeki gibi, paralarının yettiği kadarıyla çağdaş mekanik nimetlerden yararlanmakla yetinmişlerdir. "mega köylere" yığılmayı medenileşme sanan; başıbozukluğu özgürlük, kargaşayı medeniyet ile karıştıran köylüler, bilim, sanat, felsefe ve düşüncenin yerine, modaları sevmişlerdir. köylü aleminin kültürü, iletişim araçlarının yığınlara tükettirdikleri komprime davranış kalıplarından öteye gidemez. kırsal yoksunluklarla beslenen görgüsüz doymazlık, yeniyi de, estetik ve fonksiyonundan bağımsız olarak, salt yeniliği için erdemleştirmiştir. yeni, başlıbaşına bir değer olunca, şehirliliğin esas kıstaslarının başında gelen köklülük ve süreklilik, ya da tarih duygusu ve bilinci, kullanılamayan sularla birlikte akıp, gitmiştir.

tarlanın bereketi su, kültürü şehirlerde yeşertmiştir. su ufuklarını selamlayan limanlar, yelkenlerinde medeniyet rüzgarıyla meçhulü bilince katan gemileri uğurlamışlardır. köylüler için ise, su, ilahi bir himmet olarak kalmıştır. yağmur ile ekin sulanmış, sel ile felaket yaşanmıştır. uzak liman mapalarına palamar bağlamak, köylülerin düşlerine inebilecek en büyük kabuslardandır... sular akmış, köylüler ürkerek bakmıştır. yalnız tarlalar değil, zihinler de çorak kalmıştır.

suyu abrayamayan köylü yığınların kültür hasadı da cılız olmuştur. kültür, yaşamlar tasarlayacak düşünceler üretmenin sanatıdır. köylü kalmak, fantazmalar düşleyebilme yeteneğinden uzak durmanın cezasıdır. o fantazmalar ki, çoğul ve çoğulcu yaşam biçimlerinin taslaklarıdırlar. nasıl, suyu tanımakla bitki kültürü bilinmeyen çeşitlere doğru genişledi ise, şehir kültürü de, yaşanabilecek olanın yaşanagelen ile sınırlamayan fantazmalardan, varolanı zenginleştirecek tasarımlar geliştirerek yeni evrensel ufuklara açılmıştır.

köylüler ise, duyuları ile sınırlı dünyalarında kâh tv’ den öğrendikleri hayatları yarım yamalak taklid ederek, kah evrenselin küçücük dünyalarını sele kapılmış gibi süpürüp götüreceği paniği içinde, kapanma dürtüsünü siyasete dönüştürme çabalarıyla zaman tüketirler. ve bir bakarsınız ki, yedinci severus’ un 17 asırdır commagena’ ya hizmet eden köprüsü, tamir edilirken yıkılmaktan dönmüştür, ya da bodrum kalesinin şapeline minare dikilmiştir. çünkü köylü değerler, asla bataklık kokularının yayıldığı durgun birikintilerden coşup da güldür güldür çağlayan ve kültürleri sınırlar ötesine taşıyan argın sulara taşamazlar... hüda’ dan ceza taşkınların önünde sürüklenir, giderler.

No comments: