Tuesday, June 5, 2007

solum sağım sobe

garfucius 15 yıl önce saçtığı incileri şimdi siz blog okuyucularının hizmetine sunuyor. işte part two... (bazı güncellemeler, küçük düzeltmeler ile...)

siz tosuna kanmayın, okuyun...

solum sağım sobe

türkiye' de sağın ve solun birlikte ıskaladıkları nokta, 1970'lerden sonra sermayenin fabrika açabilecek para ile değil, fabrikada birim yatırım başına verimliliği katlayacak teknoloji ile ölçülmeye başlandığır. dış borç bakımından, 12 eylül' den önce kore ve taiwan, türkiye' den acıklı durumda idiler. borçlarının sebebi ise yeni teknolojiye yatırım yapmış olmalarıydı. türkiye, aynı dönemde tercihini sermaye yoğun değil, emek yoğun teknoloji için kullandı. himaye duvarları arkasında ne yapsa satabilen sağ-sermaye için bu tercih rasyonel sayılabilirdi. istihdam sorununu, verim-doyum ilişkisi yerine, çalışan nüfus istatistiklerine indirgeyen emek örgütleri açısından da, yeni iş alanları açılması umudu hiç fena değildi. sendikalar, emek yoğun teknolojinin tercih edilmesi için siyasi baskı bile yapıyorlardı.

sonuçta, kore ve taiwan teknoloji ihraç eder hale geldiklerinde, türkiye ikinci el teknoloji ile avrupa birliğinin kapısını utangaç utangaç tıklatmaktaydı.

arkaik teknoloji ile beleş kazanca alışan sermayenin siyasi temsili ve söylemi, solunkinden de zavallıydı. sol hiç değilse, sosyalizmin enternasyonel retoriğine ve romantizmine sığınabiliyordu. sağın ise, "ezan susmaz" sloganı, mehter takımı, cami edebiyatı, dokuz ışık, kızıl tehlike, 141-142 felsefesi etrafında örgütlenen muhafazakar-milliyetçilik dışında ideolojik bir meşruiyet kaynağı bile yoktu. doğru dürüst bir sosyal-siyasi liberalizm geliştirilemediği için, evrensel sağın en büyük silahı liberal özgürlükçülük, ancak ağızdan dolma tüfek etkisi yapıyordu. siyasi düşün yönünden bakınca, sağın da solun da türkiye'deki ideolojik meşrulaştırma araçları, metafizik (*) kavramları aşamadı. milliyetçilik, ülke bütünlüğü, eşitlik, adalet gibi metafizik kavramlar, aslında her toplumda politik birer araç olarak kullanılırlar. ancak, gerek toplumun tarihi ile, gerekse güncel yaşam biçimiyle ilişkilendirildikleri için, birer idealden çok sembole dönüşmüşlerdir.

türkiye' de ise, sağ milliyetçiliğin; sol da insan haklarının ve eşitliğin bayraktarı görünümündedir. ama, kullanılan sözlerin içi hep boş kalmıştır. ne sağ milliyetçiliği/yurtseverliği bir politikaya dönüştürebilmiştir, ne de sol hak ve eşitlikleri. bir başka deyişle, ideolojilerini nasıl yaşama uygulayacakları hakkında her iki taraf da bir pozitif somutluk sunamamıştır. sonuçta, insanlar futbol takımı tutar gibi solcu ya da sağcı olmuşlardır. siyasi inançlar mantığa ve düşünceye değil, duyguya ve metafizik inançlara bağlı kalmıştır. yaklaşık 1960'ların sonundan beri bu süreç devam etmektedir.

bugün de insanlar kendilerini sağcı ve solcu diye nitelemekte bir beis görmemektedir. ve lakin, artık dünya başka bir dünyadır. fransız sosyalistlerinin mabadlarını meclisin farklı bir köşesine koymalarıyla başlayan sağ-sol ayırımı yeni bir içeriğe kavuşturulmadıkça, dinozorlarla mamutlar arasında taraf tutmaktan fazla bir anlam ifade etmemektedir.

illa ki tarihi terminoloji kullanılacaksa, solun modern fonksiyonu, teknoloji toplumunun nimetlerini ve iktidarını bütün üyelerine yaymak; sağın fonksiyonu ise, nimet üretimine yatırım yapanların karar verme kurumlarını etkileme güçlerini en üst seviyede tutmaktır. yani sol, bir yandan sıradan vatandaş - bireyin yaşam standardını yükseltecek paylaşım düzenini; bir yandan da iktidar (yani türkiye'de, solun tapındığı "devlet") üzerindeki hak talebini ve denetimini yaygınlaştırmak durumundadır.

eskiden, "üretim araçlarının sahipliği" diye nitelenen olgu, artık piyasa mekanizmalarına terkedilmiştir. iktidarın kullanımı ise, evrensel bazı kurallara bağlanmıştır. demokrasi çerçevesinde hiçbir kurum da, şimdilik bu kuralları açık açık bozacak güçte değildir. modern sağ da evrensel demokrasiyi ve nimetlerin bütün sınıflarca bölüşümünü benimsemek zorundadır : ekonomik açıdan, vatandaş - birey aynı zamanda tüketici, çoğu zaman da hissedar hüviyetini taşımaktadır. tüketimle ona giden, tasarruf/yatırım/üretim sistemine yine dönmektedir. bu tür bir menfaat bağlantısı ciddi sosyal çatışmaları da yatıştırdığı için, sağın iktidarı vatandaş ile paylaşmaya da büyük bir itirazı yoktur.

ancak, bu mutluluk denklemi, 21. yüzyılın kapısında, modern toplumun her türlü çatışmadan arındığı gibi bir sonuca baliğ olmamaktadır. tarih boyunca, sermaye ve sağ milliyetçi, emek ve sağ enternasyonalist bir tutum izleyegelmişlerdir. oysa, son 20 yılda teknolojiye bağımlı sermaye, sınırlar aşırı "global" bir nitelik kazanmıştır. klasik marksizmin "egemen sınıfın aracı" saydığı devlet, ulussuz sermaye sınıfına dar gelen bir cekettir artık... hatta, tüm devletleri ve ulusları kapsayacak, adeta süper bir devletlerötesi devlete benzeyen bir "dünya sistemi"nin sözü edilmeye başlanmıştır bile...

pekiyiii... o zaman, uluslaraşırı sermayenin emrinde çalışan, ama aynı zamanda onun tüketicisi ve borsadaki ortağı olan emeğin durumu ne olacaktır ? ya da, küçük veya orta sermayesiyle milli sınırlara bir bakıma mahkum olan veya global tüketim için "evrensel yan sanayi" olarak mal veya hizmet üreten, ikisi de kapitalist olan ama fark arzeden kesimler, merdivenin hangi basamaklarına oturmaktadır? büyük sermayenin devlete ihtiyacı kalmadığı varsayılırsa, durum ne olacaktır ? bildiğimiz şekliyle devlet, "dünya sistemi"nin bir valiliğine mi dönüşecektir, yoksa tüketici- hissedar-çalışan-vatandaş, küçük kapital ile birlikte veya ayrı ayrı, devleti globalize sisteme direnebilme aracına dönüştürmeye mi girişecektir? bu karambolde, sağ nerededir, sol neresidir?

bu yazıda değinilenler, çağdaş siyasal sistemin cevap aradığı soruların sadece bir bölümü. ama, türkiye' nin siyaset aleminde bırakınız cevapları, sorularla bile ilgilenen hiçbir kurum yok gibi. bunun yerine, konjonktürel, kısa ömürlü olaylar üzerinde zombi ideolojilerin kokuşmuş kavramlarıyla, sistemsiz siyaset yapmak, kolay gelmektedir. sonuçta sağ ve sol, parlamentoda mabadların yerleştirildiği mikro coğrafyadan kaynaklanan terimlerdir.

global ekonomik -siyasi coğrafyayı ise, mabadlar değil, elektronik destekli beyinler oluşturmak durumundadır.

---------
(*) sosyolojinin kurucusu auguste comte, ulusların düşünsel gelişmesini üç aşamada ele alır. bunlardan ikincisi, toplumları, içeriğini kimsenin doğru dürüst tanımlayamadığı soyut kavramların yönlendirdiği "metafizik" dönemdir. kahramanlık, şanlı tarih, cesaret, dürüstlük, metafizik kavramlara örnektir. üçüncü ve son, "pozitivist" aşamada ise, toplumlar artık kendilerini ve düşünlerini bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmeyi başarmışlardır.

No comments: