Sunday, December 14, 2008

kurban estetiği

mâlûm, kurban, monoteist dinlere pagan inanışlardan miras bir uygulamadır. yüce üstâd-ı âzam sigmund freud, totem ve tabu (1) adlı eserinde totem (tanrı) - baba (iktidar) – oedipal kompleks - totemin katli (patrisid, babanın katli ile iktidara ortaklık) gibi psişik etkili rituel süreçlerin kültürel mekanizma içinde nasıl işlediğini mükemmelen anlatır.

bir çok mythologia külliyâtı da âyin ile ritualistik kan dökmenin ilkellere verdiği şehevî iktidar örnekleri ile doludur. hattâ bu âyinlerde köleler gibi, özgür insanlar bile kurban edilmişlerdir. en basitinden, troya'yı talana kalkacak gemilerin yelkenleri, agamemnon'un kızı iphigenia'nın kanı tanrılara sunulmak üzere akıtılmadıkça, rüzgâr ile dolmaz.

çok tanrının çok baş, çok başın çok fikir, çok fikrin çok yönlülük ve çoğulculuk; çoğulculuğun ise kavmî (millî de diyebiliriz) ve imânî vahded için bir müşkül olduğunu sezen yahuda ahalîsi de, kabîlenin birliğini esas alan tek tanrılı dinî öğretilerinde, çevrelerindeki pagan toplumların âdeti kurbanı, ibrahim ve ismail'in meseli ile dahil etmişlerdir.

hristiyanite, isa mesîh'i insanlık nâmına ölerek, tanrı katına yükselen son kurban saydığı için, kan dökmeyi bir ibadet şekli olarak benimsememiştir. isa’nın adlarından biri zâten "agnus dei", yâni, "tanrının kuzusu"dur. paskalya'da sembolik kuzu kesme âdetine yöresel olarak rastlansa ve "pascal lamb" figürü edebî olarak kullanılsa da, genelde kurban dinî bir vecibe olarak yoktur. hattâ, muhtemelen birlikte yaşaya yaşaya, hristiyanite etkisi ile, musevî cemaat de, ibrahim'in vasiyetine neredeyse külliyen sırt çevirmiştir.

bu arada, paskalyada kuzu kesme âdetinin en yaygın olduğu hristiyan ülkenin de, her şeyleri gibi dinleri de türkler ile pek çok benzerlik gösteren sevgili yunan komşularımızınki olduğunu belirtmek de, aydınlatıcı olacaktır. ispanyollar da dahil, müslüman halklar ile en uzun süre ve en yakın biçimde yaşayan hristiyan millet, yunanlardır ne de olsa...

özetle, kurban, yahudi peygamber urfalı ibrahim ile tek tanrılı inançlara girdiği halde, ne hristiyan kültüründe, ne de yahudi âdetlerinde kendine ciddî yer bulabilmiştir.

iphigenia'yı katletmeden sefere çıkmama inadındaki akkhalar gibi, kan dökmeyi bir ibadet olarak benimseyen ve bu çağda bile kollektif bir ihtiras ile yaşayan yegâne ahâlî, dünyadaki müslüman cemaattir.

konuya girmeden peşinen değineyim; tabii ki, din bu gibi konularda kesin belirleyici değildir, ama düşünme biçimlerine doğrudan ve dolaylı etkileri açısından bir âmil olduğu da red edilemez... acaba, kurban kesmenin, dahası, kan akıtmanın böylesine esas ve aslî bir ibadet olarak benimsenegeldiği islamî âlemin bu tapınma yöntemi ile, istisnasız, dünyadaki en geri kalmış, en baskıcı, (petrol servetlerine rağmen) hayat uçurumlarının en derin olduğu, insan malzemesi verimsiz, çözüm olarak şiddete müracaat etmeye meyyal, eğitimsiz, dünya kültür, san'at, fikir, yaratıcılık mirasına katkısı son derece mahdud, kadınlara, çocuklara "mal" muamelesi yapılan, insan/bireyin hiç değer taşımadığı, daha doğrusu ancak "mevkî" edinebilirse değere ulaşabildiği, bütçelerde silah ve zaptiyeye ayırılan payın en büyük ve yine istisnasız her yerde eğitim ve adalete ayrılan kaynaklardan kat-be-kat fazla olduğu toplumlardan meydana geldiği; görece en iyi durumdaki "ılımlı islâm ülkesi" türkiye'nin bile bu çizgiyi pek aşamadığı gerçeği; bağıntısız tesadüfler olabilir mi (2)?

ve de yukarıdakilere ek olarak, çoğu en az iki asır öncesinden kalan güzelliklerin sergilendiği müzeleri ve sinan-esque mimarî şâheserleri bir yana koyarsak, bu toplumlardaki acınası estetik fukaralığı, kahramanlık ve şûhedâ edebiyatının bolluğundan, tantanalı asker uğurlamalarından, külhanbeyivâri babalanmaların popularitesine; yok yere işlenen anlamsız cinâyetlerin alabildiğine yaygınlaşmasına kadar; hayatı yok etme tür ve biçimlerini öğrenip, geliştirmeye gösterilen özenin, hayatı üretmek söz konusu olduğunda "ben kuzuyu şişte severim" düzeyini aşamaması ile bağıntılı ve özdeş sayılamaz mı?

ne de olsa, her şey sonuçta "hayat" anlayışı ile alâkalı ve orantılı olduğuna göre, acaba hayatı yok etmeyi bir ibadet biçimi sayan kültür, o hayatı haz ve nitelik açısından, meselâ san’at ile, felsefe ile zenginleştirmek bâbında ne katkı sağlayabilir ki?

---------
(1) almanca bilenler tabii ki orijinalinden ama bilmeyenler de bir batı dilinden okusunlar; en iyi türkçe tercüme berkes'inki (vaktiyle varlık yayınları için yapmış) ama o bile iyi değil.
(2) ne olur, bana mevlâna’dan, ibn-i rüşd’den, yunus'tan, taptuk emre'den hattâ ömer hayyam'dan ve de islâmın insanî zenginliğinden falan bahsetmeye kalkmayın. o kadarını ben de biliyorum... ayrıca şunu da biliyorum; mevlevîden bektaşîye, bütün o tasavvufî islâmî ekoller, tıpkı diğer mistik öğretilerdeki gibi, sosyal ve bilhassa siyasî etkileri yönünden marjinal nitelik taşırlar. inanç biçimleri ne sistemin bütününe, ne de ruhbân sınıflarının çoğunluğuna yayılmışlardır. hatta ruhbân taifesi tarafından olduğu kadar, iktidar çevrelerince de tehlikeli değilse bile, sakıncalı bulunduklarından, çoğu zaman idarî ve askerî merkezlerden de uzaklarda konuşlanmışlardır. güncel deyimi ile ana-akım (mainstream) içinde yer tutamamış, siyaset müesseseleri ile öyle bir içiçelik geliştirememişlerdir.

No comments: