Thursday, December 6, 2007

trene bakma zamanı - I (bu post önce okuna!)

saray içinden çıkıp da, sur arasından süregiden, bir zamanlar orient express'in de yolcularından esen zarafet meltemleri ile ihya ettiği trakya/evropa demiryolunun kenarında oturmaya başladım ya, zaten de severim, arada sırada trenlere bakıyorum penceremden.

şimdi, tren seyrederken demiryolunun ve yıkık surların ötesinde gördüğüm manzaradan falan bahsedip de, kem nazarlıların şerrini kedyfim üstüne çekmeye gerek yok, lafı kısa keseyim: artık sirkeci garından da, gavur illerinde gezerken gördüğüm, hatta suyun öte yanında hemzemin geçitte yolu kestiğinde, arabadan inip muhtelif ihtiyaçlarımı ferah ferrah giderebildiğim bir süre içindede ancak geçişini tamamlayan katarları anımsatan sayıda vagon, bir lokomotifin kuyruğunda ve de yüklü olarak önümden sefer etmekte.

o trenler, tangır tungur ritmleri ile aziz yurdumun ya okumadan yazmış, ya da okumuş da anlamamış entelecentsiyasının senelerdir çiğneye çiğneye tavuk kakasına çevirdikleri o slogan sakızını da yutturmakta: "türkiye, gapitalizt emperyaaağlizimin baskısıynan 1950'den sonra demiryollarından vaz geçti, karayollarına yönelerek dışa bağımlı hale geldi..." (1)

hiç de öyle olmadı cici hanımlar, şaşkın beyler; hiç de öyle olmadı...

farkında mısınız ey ihvanlar, sânî (ikinci) cihan harbinin arefesinden bu yana, cânım memleketimizde ilk def'a ciddî anlamda bir demiryolu seferberliği - becerirler beceremezler ayrı olay da - tayyib efendi ve şürekâsı & gülsuyu devrinde yeniden hükûmet düzleminde konuşulmakta ve plan üzerine dökülmekte (2)?

aman tanrım ve dahî tüm tanrılar! demiryolu gomonist, karayolu gapidalist işi idi de mâdem, acap bu müseccel dinci tayyib efendi ve şürekâsı & gülsuyu, karpuz gibi dışı yeşil, içi kızıl kriptolar çetesi olmaya? (3)

en iyi kim biliyor, biliyor musunuz?

penceremin önünden tıngır mıngır gidip gelen, bir ucu koca mustafa paşa, diğer ucu neredeyse yenikapı istasyonuna uzanan, çuf çuf şimendifer ve banliyö treni boyutlarında şartlanmış kafaların ölçeklerini çatır çatır zorlayan ama hâlâ da çiş molası vermeye yetmeyecek sürede ufuklara karışıp görünmez olan katarlar.

aşağıdaki II numaralı postu okuyun, trenlerin bana anlattıklarını sizlerle "paylaşayım" - ama mızıkçılık yok haaa, benim payımı yemeyin! (4)

---------
(1) benim tûllâb işin doğrusunu bilir, senelerdir anlatıyorum. şimdi, âlemi de irşâd edeyim dedim. vatan hizmeti bâbında...
(2) tayyib efendi ve şürekâsı'nın tren konusunda bol telefâtlı vukuatı "hızlandırılmış tren" zırvalığından dolayı mevcut. ama bu bile - her ne kadar şarkî bir kurumsal cehalet faktörü ile dolu olsa da, bir niyet göstergesi sayılabilir.
(3) kripto yunanca gizli anlamına gelir. gomonizmanın kimine göre millî musibet, kimine göre de siyasî kudsîyet olduğu zamanlarda, çaktırmadan komünistlik yapanlara da kripto denirdi.
iyi de, nato üyeleri arasında komünist partinin yasaklandığı tek ülke biz olduğumuzdan, sonraları işkence altında itiraf ettirilen cümle komkomlar ve onların sempatizanları, kanun zoru ile ister istemez zâten kripto idiler.
(4) düşünme özürlü, dilini yiye yiye, kollektif beyni, giderek hidrosefali seviyesinde sulanan toplumlar, kelimeler arasındaki anlam nüanslarını zenginleştireceklerine, törpülerler. türkiye'de de, "anlatmak", "hikaye etmek" vs. bir sürü seçenek yerine, birbirine bir şey iletmeyi "paylaşmak" kelimesiyle ifade etmek moda oldu. bunun yaygınlaşmasına amerikan uslublarını yine düşüncesizce taklîd etmek uğruna, "kazakırım" gibi abuk ötesi bir lafı "teknolojik duyarlılık" ile türkçeyi zihnen itlaf kampanyasına ithal eden, toplumsal akıl kırıcısı medya önayak oldu, her türlü kültürel kötüyü mukaddes bilip benimseyen aziz halkım da ayak uydurdu...
ey ahâlî! "pay", her hangi bir bütünden, meselâ, çakalların buldukları leşten, beher ilgili ferde, meselâ her çakala, düşen ve eşitliği de şart olmayan kısım demektir. "paylaşmak", esâsen, bir bölmek, parçalamak eylemidir. parçalar ayırılır, herkes bütünden "pay"ına düşeni alır. türkçesi ile, "üleşir". yâni, hayatı paylaşamazsınız, çünkü parçalayamazsınız, bölemezsiniz; dolaysıyla, üleşemezsiniz. olsa olsa, bir tecrübeyi birlikte yaşarsınız. aynı şekilde, bilgiyi, gerçeği, lafı, sözü, v.s. de paylaşamazsınız. meselâ... düşünsenize, "türküm, doğruyum çalışkanım. yasam..." cümleciğini "pay"laştığınızı... kimin payına türklük, kime doğruluk çıkar acaba? hem çalışkan hem de "yasa sahibi" olmak hakkaniyete sığar mı ve saire ve saire...
aptallığa iyi gelen tek ilâç vardır: düşünmek. amma ve lâkin, dil yoksa, düşünmek de yooook!.. üleşmem de, haaa... bilmiş olun...

No comments: