Saturday, March 15, 2008

mehâzir-i hürriyet

hiç bir sosyolojik olay hasbî ve hüdaî nâbit değildir elbet...

a-ke-pe, özünde şehiri mekân tutan ikinci jenerasyon köylü, başka tâbirler ile, methâl (*) veya varoş semtlerde meskûn halkımızın siyasî örgütüdür.

bu sosyal kesim, bir yandan şehir ve burjuva hayatının maddî kazanımlarını elde etmek için hırs ile hayata sarılan, bir yandan da köyden kalma erkek ağırlıklı, pederşâhî vurgulu dinamik dolayısıyla, köylülükten taşıdığı iktidar yapılarını muhafaza etmeye çalışan, dolayısıyla da kendilerine doğrudan ve maddî (2) menfaat ve imtiyaz sağlamıyorsa, özgürlük sorunsalları ile pek ilgilenmeyen hattâ özgürlük taleplerine karşı koyan bir siyasî-toplumsal kesim oluşturur. bu lumpen-medenî nüfus, toplumsal yükselmenin yöntemini hürriyet ve hukuk ile değil, iktideardan doğru süzülen ihsan ve imtiyaz edinme didişmeleri ile tanımladığından, özgür, eşitlikçi ve demokrat bir toplumu arzulama ihtiyacı da hissetmez. hesapça, kapitalizm geliştikçe bu kesim nüfusça azalmalı, "burjuva" sınıfına katılmalı/dönüşmelidir. amma öyle olmamış, aksine, burjuvazi bu lumpen-medenî kültür içinde erimiş, kaybolmuştur.

bu lumpen-medenî nüfus, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ hükûmeti vasıtası ile beş küsur yıl önce iktidar olduklarında, hemen kendilerine doğrudan ve maddî menfaat ve imtiyaz sağladığı (3) oranda özgürlüklerin önünü açmış, avrupaî reform girişimlerinde bulunmuş, hayli de olumlu işler yapmıştır.

ne yazık ki, olumluluk, çoğu zaman kâğıt üzerinde kalmıştır. en iyi kanun dahî, eğer mahkeme kararını beş yıldan önce veremiyor ya da, meselâ polis, kuralı kaale almıyorsa, zâten keyfî yönetimin vahşî batağında boğulur gider.

a-ke-pe de, ceberrut devletperest ideoloji ve onun icracı bürokratlarını kol mesafesinde tutacak kadar kanlanınca, özgürlükçü gömleğini çıkarıp, baskıcı, yasakçı, dinci ve gizliden şer'î mintanını kuşanıvermiştir. gittikçe kendinden olmayanları dışlayan, ülkenin fikir kanallarını ele geçirmeye, muhalif / alternatif mecraları boğma çabasına kadar varan bir kurnaz ve faşizan politika içine düşmüş, saman altından su gibi yürütmeye koyulmuştur. devletin özelliği olan keyfî ceberrutluğu, iktidâr ile gelen, kendisinin de kullanmasında sakınca olmayan ilâve bir menfaat zannetmiştir.

o zaman da, akıllı ve akılcı yolda devam edip, reform, özgürleştirme, avrupa doğrultusunda ilerleme gibi medenî çabalardan vaz geçmiş - üstelik, yola devam etse sorunsuz da çözülebilecek -, bir arşın çaput uğruna toplumsal çalkantılar yaratmaktan kaçınmamasında zuhur ettiği üzere, adetâ padişahlık varmış gibi bir edâ ile memleketi yönetmeye kalkışmıştır.

lumpen-medenî kesimin temsilcisi tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, ceberrut devletin imtiyazı olan yasakçılığı, her iktidâra gelene makam nimeti gibi sunulan bir cihaz sanıp da, kendi dinci siyâsetlerinde uygulamaya kalkışınca, meslekten devletperest bürokrasi, bu sefer askerî değil, hukukî kanattan hücum edip, kapatma dâvâsını kapıya dayamıştır.

tabii ki iyi olmamıştır ama bu a-ke-pe nin başına geleni müstahak olmadığı demek de değildir. hele yüzde 47 den sonra, üstelik, ne halt fırkasının ne de milliyetçi hareketsizlik partisinin esâmesi okunurken, tam bir hukuk reformuna girişse, demokrasiyi hukuk devleti esasına binâ etse, fikir ve ifâde yasaklarını kaldırsa, işlemeyen mahkemeleri yürür hale getirecek adalet reformuna girişse, bürokrasinin imtiyazlarını kaldırsa ve partizan atamalarla devleti ele geçirmek yerine, ataletini hukuk dahilinde cevvaliyete çevirse; kısaca medeniyetin gereğini tam yapsa, ne kimse parti kapatmaya cesaret edebilir, ne de o genel özgürlük ortamında türban serbestîsi bir kargaşa yaratırdı. şimdi aleyhine açılan o garip kapatma dâvâsında yer alan suçlamaların hiç biri de, o medenî ortamda suç sayılmaz, (bence ne kadar zırva da olsa) düşünceyi ifade olarak tahammül ile karşılanırdı.

eğer tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, milleti ve cihet-i askeriyeyi yatıştırmak için bu sıralar ismine pek sık referans vermeye başladıkları atatürk'ü biraz dinlemiş olsalardı, yasakçılıktan meded umacak yerde, onun basın özgürlüğü için söylediğini hayatın her boyutuna uygulamanın arayışına girerlerdi:

"hürriyetin izâle-i mehâziri, ancak hürriyet ile kâimdir"...

hürriyetten doğacak zararların ortadan kaldırılması, ancak hürriyet ile mümkündür...

-------
(1) şehre giriş bölgeleri
(2) bir başka ifâde ile, kat'iyyen entellektüel olmayan... meselâ, erkek doğmanın neden imtiyaz olduğunu irdelemeye yanaşmayan, hattâ, âciz.
(3) hattâ, bu vak'ada doğrudan menfaat, en çok o kesimin siyasî kadrosuna yansımıştır.

1 comment:

Anonymous said...

Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the Home Theater, I hope you enjoy. The address is http://home-theater-brasil.blogspot.com. A hug.