niye öyle denir, bilmem ama, öyle denir ya, "ayıptır söylemesi", evin 20 küsur yıllık tuvaletlerini yenileyesim tuttu. tesisatçının tavsiyesine uyup, ege seramik'in foça adlı ürününü aldım, taktırdım.
efendim, âdet oymuş, tuvalet oturak yeri, yani kibar tabir ile "klozet kapağı" olmadan satılırmış. hadiii, beherine 40 kayme bayılıp, birer adet de onlardan aldık, monte ettik.
ve deeee, ilk kullanımda, yâni 24 saat geçmeden, alt kat kenefindeki plastikten mâmûl oturak, çaaat diye bir ses çıkarıp, çatladı. "hop n'oluyoruz?" deyip öte tarafıma yeltenince, bir çuuut sesi de oradan kopmak sûreti ile, oturak bilfiil ikiye ayrıldı...
çürük malı kaptık, satıcı müesseseye damladık. aslında, basîretim bağlanmasa, her iki kapağı da söküp, götürür, değiştirirdim ama, üzerinize âfiyet, hıyarlığım tuttu. fazla vaktim de yoktu... her neyse, gittim ve oradaki uzman tezgâhtarın da tavsiyesi ile (*), yeni bir marka yerine yine foça'nın orijinal oturağı koltuğumun altında, eve döndüm.
ve de çatır, çutur; yeni kapak da gümledi!..
esasen de gümleyeceği malı (paketi değil, içindekini) ilk gördüğümde anladığım üzere, belli idi: hani şu dünyanın dört bir köşesinde insanlara parmak ısırtan, herkesi hayran bırakan, orta doğu ve balkanların tereyağından kenef oturağına, otomobilden prezervatife, her şeyin üretim üssü olmamızı sağlayan akıllara sezâ türk sanayiinin mimarı kenef tasarımında uzmanlaşmış bazı türk mühendisleri, kapağı dizayn ederken, lisede fizik okumuş veya archimedes'in adını duymuş herkesin fark edebileceği bir hatâyı, göz göre göre yapmışlardı: tuvalet taşına dayanarak oturağa direnç kazandıran lastik takozlar, o kadar saçma sapan bir aralık ile yerleştirilmiş idi ki, oturan kişinin vücud ağırlığının tamamı, taşıyıcı gücü pek az olan ince uzun bir plastik parçasına biniyordu.
türk dünya sanayiine parmak ısırtan türk mühendis ve dizaynerleri, her halde başka tanrılara mahsus yaratıklar sınıfına girdiklerinden, def-i hâcetten sonra silinen insanların, genelde, aynen ağaca işeyen köpekler gibi, ağırlıklarını vücudlarının bir tarafına aktardıklarının farkında değildiler. dolayısıyla, oturak direncinin takozları tüm vucudu çekecek şekilde yerleştirilerek arttırılması gerektiğini de düşünememişlerdi.
oysa, bin yıl öncesinden (haydi, abartmayalım, geçen milleniumdan) kalma şu meşhur neufert kitabına baksalardı, orada teknik ve ergonomik mâlûmatı bulurlardı.
işte böyle san'atsız, felsefesiz, edebiyat yoksunu ve sosyal bilim fukarası teknisyen ve mühendisler yetiştirip de, yök aklı ile medeniyet alanında sınıf atlama hayalleri şişirirseniz, övüne övüne yaptığınız işler de, ürettiğiniz mallar da, siz de; rezil olursunuz (**)...
çünkü, def-i hâcetin dahî, esâsen bir yaşam olgusu olduğunu kavrayamazsanız, kenef imâl ederken bir itin nasıl işediği size hiç bir ilham veremez!
atalarımız dememiş ama ben de bir gün ata olacağım nasıl olsa; siz garfuciustan duyun bu atasözünü: ey türk, câhil cesâreti ile kendine çok güvendin, pek bir çok övündün... şimdi de bir zahmet, önce düşün biraz!
-----
(*) aslında, çok güzel gözlü, pek hoş vesevimli bir müşteri ilişkileri sorumlusunun b üyüsüne kapıldım da gözümün gördüğğünü kulak arkası ettim sanırım. çocuklar bana kırıllan malın "yatık" olabileceğini, normal şartlarda ürünün gayet iyi olduğğunu söylediler; benim de inanmak işime geldi. umarım değiştirmeye gittiğimde o kkızcağız yine görevde olur!..
(**) bu ayrı bir konu, yakında katran ve tüy de okursunuz da burada açılışını yapayım...
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment