Wednesday, May 14, 2008

bu kafayla, hayırlı yolculuklar...

istanbul vilayet idaresi, sadece 1 mayısları gaz ve cop bayramına çeviren bir vali ile; işçileri sopalatıp da, şehrin (pardon, kentin) asayişini lahmacun kokusu yüzünden isteyenin dilediğini doğradığı bir kargaşaya dönmesini dert etmeyen, bol bıyıklı cerrah müdürden ibâret değil.


inanması güç gelse de, zaten karmaşık da olsa belli bir rutin çerçevesinde döndüğünden, esasında pek de zor olmayan istanbul'un yönetiminde, doğru dürüst işler yapanlar da var... kültürel iş ve mes'elelerden sorumlu vali muavini cumhur güven taşbaşı gibi.


taşbaşı, istanbul'a bodrum kaymakamlığından geldi. rivayet odur ki, tv'de maskaralık yaparak zengin olmuş bir zibidinin, ruhsatsız barında âvâzeler halinde çaldığı yaygaraları kıstırmak istediği için bir anlamda, sürüldü.


istanbul'da da işin belâlısına çattı... mâlûmunuz, iki imparatorluğun başşehri olan şu şanlı kostantiniyye, türkler tarafından 1950lerden itibaren yeniden fethedildikçe, değil 1453te, katolik istilâsı zamanında bile görmediği talanı, bizzat yeni ithal hemşehrilerinin elinden yaşadı.


kimi uyanıklar anadolu hisarının burçlarına ve içine gecekondular kurarken, kimi tarihi katledip beton gudubetler dikti. asıp, ardından millî kahraman ilân ettiğimiz, şu sıralarda da, demokrasimize mi, demokrasimiz için mi göz yaşı döküldüğü pek de anlaşılmayacak şekilde, ardından ağlama modası yarattığımız bir başvekilimiz de, "batıdaki gibi, şehir ortasından dümdüz giden yol isterim" deyip, "vatan ve millet" uğruna, başka tarihî alanları düm-düz ediverdi.


derken, ithal hemşehrilerin "next" kuşakları yetişti. şehirli olacaklarına, gecekondunun şehri köylere benzetme geleneğinden yetiştikleri için, şehrin tarihini de ulubatlı hasan'ın kolundaki nacar saate bakıp surlara saldırdığı filmlerden esinlenerek şekillenen kafalarına göre yorumlamakta beis görmediler. meselâ, azıcık okumuş yordam görmüşleri, olduk olmadık yerlere, amerika'nın orta boy kasabalarında bile ancak sıradan binalar olarak kabul edilebilecek boyutlarda ama adı gökdelen konan sevimsiz yığınlar diktiler. daha avam kesim de, hisarlara, genelde de boğaz'a falan, gecekondulardan gerdanlıklar işledi. istanbul'u çevreleyen tarihî surlar da, artık eşek mezbahası olarak kullanılamaz olunca, lâz müteahhit usûlü, taş, tuğla elde beleş be varsa üst üste koymak sûreti ile, 2. jenerasyon göçmen kitlesinin akıllarına ve kültürlerine göre restore çekinmeden edildi.

sonunda istanbul, üçbuçukuncu dünya için bile gurur kırıcı, utanç verici bir duruma düşüp, unesco'nun dünya mirası listesinden çıkarılma raddelerine geldi.


taşbaşı, işte tam da bu ayıbı istanbul'un üzerinden kaldırma görevini üstlendi. üç sene kadar cansiperâne çalışıp, nihayet geçen hafta (henüz kesinleşmese de), teftişe gelen unesco heyetini bu onur kırıcı ıskat cezasından vazgeçmeye, bazı deliller göstererek, iknâ etmeyi galibâ başardı.


galibâ, şimdilik istanbul yırttı... ama bu, maalesef, asla istanbul'da tarih ve evrensellik bilincinin yerleştiği anlamına gelmemekte. zâten bu yırtışa tepkimizden de, tarihten yine ders alınmadığı sezilmekte...


türk medyası ve ahalî, listede kalma "başarı"sını sevinçle karşıladı. gelgelelim, türklerin sevinci, çalışmadığı derste sözlüye kaldırılmayı beklerken paydos zilini duyan öğrencinin bir ooooh çekip, ferahlamasından farklı değil.


unesco'nun istanbul'a tanıdığı şans, istanbul tarafından "ohhh, gâvura yine yutturduk" şeklinde algılanıp, gök delmekten tarih yıkmaya kadar, "her türlü densizliğe düstursuzca devam izni" olarak algılanmadı ise, ben de bu blogu yemeye razıyım!


neden mi? çünkü, bir zamanların cihân pây-i tahtına bugün hâkim olan zihniyyet, evrensel değil yerel! ve de ancak "şu anda" olanı kavrayacak yetenekte de ondan... fazla mı gaddar geldi? işte kanıt: sizce hiç bir anlamı da olmayan "şu anda" lâfının, millî popularite patlaması, başka ne ile açıklanabilir?


bu akıl kamburluğu (1) faciâsının bir başka görünümü de, projesini millete "para gelir, muhteşem tanıtımımız olur" tatavalar ile kakalarken ve de ilk açıldığında pek övündüğümüz ama kıvıramayıp birilerine peşkeş çektiğimiz istanbul park formula1 pistimizde yaşandı. değil üçüncü dünyada, yamyamistan'ın zampapatomya kasabasında bile f1 yarışı düzenlense zor rastlanacak bir vak'a, bizim milyonlarca dolar değerindeki pistte meysana geldi. zavallı sokak köpekleri, kompleks sınırlarını nasıl aştı ise, yarış ortasında piste fırlayıp, pilotların can güvenliğini alt-üst ettikleri gibi, zilyarlık otomobillere de hasar verdiler, kendileri de param parça oldular. kaza geçiren, hem korkan, hem tehlike atlatan hem de puanlardan olan yarışçı ve takımlar, tabii ki istanbulpark'ı şikâyet etti. belki de, pistin kapanması söz konusu.

pek iyi de, bizim çılgın türkler bu konuda ne yaptı? kimse köpeklerin komplekse nasıl girdiğini, kimseye görünmeden nasıl pist çeperine ulaştıklarını ve asfalta daldıklarını araştırıp, soruşturdu mu? yetkili biri çıkıp bu rezâletin sebebini vs. açıkladı mı? medenî bir tutumla özür dileyip, sorumluluğu üstlendi mi? ne gezer... şarklı kafa, yine kaçamak yapıp yırtacak delik aramaya başladı...

istanbulpark'ın âkibeti ne olur, konuşmak daha erken. bu derece can güvenliği yoksunu bir piste, tekrar yarış izni verilir mi, hangi şartlarla verilir, bunlar teknik ve hattâ bilimsel mes'eleler ki, görüldüğü gibi, bizim o taraklarda bezimiz değil, zâten tarağımız dahî yok.

ama evel allah şarklıyız ya, yırtacak açığı tam şark kafasına uygun bir nepotizm batağında bulduk bile yine...

f1 idaresi, pakistan, afganistan, arabistan gibi, çaktırmasak da kendimizden aşağı gördüğümüz ülkelerde dahî yaşanmayacak, üçbuçukuncu dünyaya özgü bu kepâzeliği (ayrıca da hayvan kırımını) soruşturmaya başladı ya, baştan beri istanbulpark'ın ateşli savunucusu hürriyet'in çarşamba günkü manşeti de, rahatlatıcı haberi şöyle vermekte idi:

"f1 başkanı bernie ecclestone (2) dolayısıyla istanbulpark'a ceza kesilmesi zor"!


yâni, türkçe meâli ile, "başkandan torpilliyiz arkadaş... işimizi yapmayız, tedbir almayız, kaza yaptırırız, pilotların canını tehlikeye atar, icabında kaza yapıp ölmelerini hayretle seyreder araçları hurda eder, köpekleri ezeriz amma, dayımız var, yırtarız..."


biz yırttıkça, yırtıklaşan bir şey(ler) var amma...


---------
(1) keşke akıl cüceliği olsa... deriz ki, yapı ancak bu kadar gelişmeye izin vermekte... ne yazık ki, gelişmeye jenetik ve jenerik bir engel yok da, gelişen organizma [nitekim, akıl da bir organizmadır], çinli kadınların demir papuç giydirilmiş ayakları gibi, gelişecek bir kültürel doğrultu yerine, hemen hemen tamamı yanlış doğrular ile çevrelenip, kısıtlandığından, kendi üstüne katlanıp, kambur olmakta...
(2) işletmeyi yüzümüze gözümüze bulaştırınca istanbulpark'ın peşkeş çekildiği ingiliz multimilyoner; f1'in de başkanı.

No comments: