şu tesettür taciri hacının ettiği "çok-eşlilik mümkün olsa, kerhanelere gerek kalmazdı" lâfı, bekleneceği üzere, bayağı bir infiale yolaçtı. önce türkiye'nin düşünce arenasının dalkılıç silahşorları, saygıdeğer medya köşe edipleri; ardından da resmî-gayriresmî siyaset esnafından kişiler, hacının bu postmoş (1) devirde dangalaklık mübah sayılacak kadar vak'a-i âdiye hâline geldiği için, pervâsızca saçabildiği zırvaya cevap yetiştirdiler.
hacı, kerhaneleri evlilik müessesesine şirk koşacak (2) kadar yücelttiğine göre, imam nikâhları evvelinde ve aralarında, sık sık genelevlere devam etmiş olabileceği ihtimali belirse de, esâsen fâhişelik mesleği, seyyahlık mesleği kadar eski olup, müzmin veya muvakkat bekârlara hizmet ettiği için varlığını sürdürdüğü varsayılabilir. gelgelelim hacı musta'fendi sâyesinde henüz tek evli olup da, birden fazla izdivaca ve "eş"e nâil olamamış bazı müslüman için de, çok mühim bir işlev yerine getirdiğini öğrenmiş bulunmaktayız. ki bu da, sosyolojik bakımdan, başlı başına, evlilik müessesesini ülkemizin ve ahâlîmizin nasıl icrâ ettikleri konusunu bir gündem maddesi olarak görüşmeye başlamamız gerektiğini alenen vurgulayan bir gelişme...
hacı efendinin, bekâr, az evli veya çok eşli iken nereye girip çıktığı, "alan râzı veren râzı" denklemi içinde, yatak odalarında çözülmüş bir mes'ele. hac'efendinin "benimkiler imam nikâhlı, metres değil" diye debelenmeleri de, dindar ve lâik zamparaların "tencere dibin kara; seninki katran kara" didişmesinin mütedeyyin cephesinden gelen bir meşru kılma çabası.
işin özünde, insanlar her şeyi rızâları ile, bilinçli olarak yaptıklarına göre, hacının imam nikâhlı zenneperverliğinin, magazin çapkınlarının marifetinden daha vahim bir yanı yok...
vahâmet, bizim entelecent-ziyâmızın laaap diye, hacı muta'fendinin açtığı zihnî tuzağa düşmesinde saklı.
hacı, çok-"eş"liliğin mübah olduğunu, karşı görüşün öne sürdüğü tez ile aşağı-yukarı aynı inandırıcılık-saçmalık bandını aşmayan gerekçeler ile savunmakta (3). ona cevap verenler ise, gûyâ kadın haklarını ve eşitliğini koruduklarını sanarak, aslında sadece monogam evliliğin avukatlığına soyunmaktalar:
hacı musta'fendi, kafasındaki ve kültüründeki çok"eş"lilik düzenini savunurken, aslında bir kadının da birden fazla erkek ile evlenebilmesini (polyandrea) öngören bir polygamia değil, sadece erkeğin çok kadınla evlenebileceği polygynea (fransızcaperver iseniz, polijini diyelim) rejiminin boruzanını üfürmekte. yânî, bilumum bilimsel veriler tersine işaret etse de, hacı emmi, hâlâ erkeğin seksüel güç üstünlüğünü şişiren ve bir kadınla yetinemeyeceğine inanan mitos ve masalların etkisinden de kurtulamamakta (4).
binaenaleyh, adam, bizim mütedeyyin kesimin takiyye âdetine ve alışkanlığına gâyet uygun biçimde, keseri kendine doğru sallamakta. yoksa, eşeysiz bir kelime olduğu için, cinsiyet eşitliğini de doğası gereği kapsayan çok"eş"lilik kavramını hakikaten savunuyor olsa, çıkıp da, "ne var kardeşim üç karı aldıysam? isterlerse karılarım da da bir iki başka erkek ile nikâh kıyabilirler" gibi, ne meşrebine, ne terbiyesine, ne de kadını ilelebed, tatmin ve hizmet ile mükellef, ikinci sınıf bir "cici köle"den öte bir varlık olarak görmesine imkân vermeyen zihniyetine sığacak, bir lâf etmesi gerekirdi.
tekrar edeyim, benim hacı ile derdim yok, çünkü hacıyı hakkında lâf etmeye değer bir sosyal varlık olarak kabul etmekte zorlanmaktayım. buraya kadar, hazretin marifeti üzerine kelâm etti isem, maksûdum, şu "eş" kelimesinin simgelediği "öztürkçe konuşalım" seferberliğinin kültürel zararlarını ve abukluğunu vurgulamaktır.
ecevit merhumun da siyasî bayrakdarlığını deruhte ettiği şu kültür devrimi girişimi, "arı (arıtılmış) dil" ya da "öztürkçe" kampanyası, bir çok anlamlı kelimenin yerli yersiz dilden ıskatına yolaçtı. yerlerine de, bir sürü kelime uydurulup kullanılmaya başlandı... meselâ, "örneğin" faciası gibi... bu arada, kökü oralardan gelse de, görünüşü (dil imizi nedense temizlememiz gerektiğine inanılan) arapça veya parısîyi andırmayan bir takım kelimeler de benimseniverdi. meselâ "eş" bunlardan biri. kesinlikle öz türkçe değil, latincedeki co/con, yunancadaki homo gibi aynılık imleyen ön-ekler türünden bir saplama. giderek evlilikteki tarafları belirleyen arapça zevc/zevce (latin kökenli espose/epouse/spouse vs. gibi) sözlerinin yerini de almış.
karışıklık da bu linguistik paçaldan kaynaklanmakta zâten... halkımız, köyden varoşa ve oradan da (asla şehir olamayan ve olamayacak) "kent"lerimize iltica eyledikçe, bir yandan da ekâbir sınıfına terfi ettiğini sandığından, artık "karı," veya "koca", hattâ "kadın" demeyi ayıp saymaya başlamdı. yerine de, dilde aslâ yeri olmayan, kültür devriminin öztürkçe uydurucu dilbazlarınca, tatarcayı yozlaştırmak sûreti ile imâl edilen ve ancak köyden "kent"e iltica akını başlayınca dile "başarı" ile yerleşen bayan (ki, tam hakkı verilecekse, baaağyan diye telaffuz edilmelidir), bay gibi lisanî garâbet ile birlikte, eş de dilimize maloldu. sonra da, ortada meselâ, "eş-cins-el" gibi nesebi belirsiz bir tek heceli peydahlandı: uydurukça eşin, yunancadan (genus) arapçaya naklolmuş bir kelime ile ultra-uydurmaca bir sel-sal ekleyerek evlendirilmesinden müteşekkil bir baştarda (5) kelime türedi, ne ki, varoş kültürü umuma yayıldıkça, entellecent-ziyâ da dâhil, bir de herkesçe benimseniverdi.
işte türkçede de poligami (çok-evlilik) olarak bir aralar kullanılan kelime de, o zaman çokeşlilik oldu. oysa, eğer uydurukça, millî varoşsal (!) zaferini kazanmasaydı, hacı musta'bey de, anlamı muğlâk bir "çokeşlilik" kavramı yerine aslen kastettiği "çokkarılılık" (polygynea) sözünü edecek ve dilin doğası belâsı, mecburen doğruyu konuşmuş olacaktı.
yaaa, sayın muhteremler... gördünüz mü, dil aslında vücudun her hangi bir açıklığından (aperture) çıkan rastgele seslerden değil, doğrudan düşünme biçimi ile ilişkili ses, yazı, kelime, kavram ve diğer sembol ve soyutlamalardan mürekkkep bir bütündür. tüm diller, ödünç verdikleri gibi, ödünç kelimeler de alıp kullanırlar... hattâ bu süreç çift taraflı işliyor ise, bir kültürün derinlik ve zenginlik göstergesidir de.
öyle "az olsun, öz olsun, benim olsun" diye, tutar da, adı üstünde, kelime "hazne"nizi olur olmaz sünnete kalkışırsanız, bir bakarsınız iğdiş edivermişiniz...
elinizde de ancak, köyden varoşa taşınan, bir dağar veya dağarcık kalır (5).
daha da beteri, hacı musta'fendiler de köyden gelir, çokeşli mokeşli gibi lâflar ederler, siz de onların tufasına düşer, kadın özgürlüğünü - ki genel özgürlüğün olmazsa olmazı olduğu için öncelikli cüzüdür - savunayım derken, erkek/muhafazakâr/mütedeyyin/despot geleneksel egemenliğin en güvenli kalesi, evlilik müessesesini koruduğunuzla kalırsınız. hani, bilerek yapsanız neyse de...
uydurukça konuşanın düşüncesi, uyduruk bir bilincin ötesine geçemez çünkü...
öz ve özgün düşünceler nasîb etsin hûdâ cümlemize...
-------
(1) postmodernist oluyor; sakın sanki öyle bir şey mümkünmüş ggibi "post-modern" demeye kalkmayın... kim erdi kki moderne, siz bir de aşacaksınız, sonrasına geçeceksiniz? cılk yumurta üzerine kuluçkaya yatıp, kötü koku yayılınca da civciv çıktı diye feryad ettiğinizle kalırsınız! onun da adı izm olur zâten...
(2) aslında "ortak koşmak" demek ama islâmî bir tâbir olarak allah'ın dengi olabileceğini iddia edenlerinn işlediği küfr cürmü...
(3) öyle ya; monogam "evlilik müessesesi" paradigma ise, hafta sonu kaçamağı da, imam nikâhı da aynı derece kuraldışıdır.
(4) sosyobiyolojik çerçevede erkeğin değil, spermin, o da sayılardan doğan gücü dolayısıyla bir polijini durumu mevcut. sperm, genetik mirasın devamı için olabildiğince fazla yumurta döllemeye programlı. onuun dışında, yatakta, kadının tatmin olma kapasitesi ve talebi, biyolojik olarak çok daha yüksek - araya psikolojik ve kültürel etkenler girmediği zamanlar.
(5) çözmesi çok zor değil... bastard'ın türkçeye nakli... piç. ayrıca, muhtelif formaların birarada kulllanıldığı çok yönlü, manevra gücü yüksek yelkenli gemi.
(6) iğdiş, hadım demektir. dağar, ağzı dar bir küpçük, dağarcık da büzgülü bir torbacıktır. hazne, hazine ile aynı kökten iner... birikim için depo, havuz vs. anlamına gelir. yaşasın köylülük!
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment