izmir'in expo sevdası hüsrân ile sonuçlandı ya, bu başarısızlık aynen 8-0 yenildiğimiz millî maçlar misâli, kaybedilmiş bir spor karşılaşmasının anısı gibi, toplu hafızamızın küflü raflarına kaldırılıp, nisyâna terkedildi bile.
ilk gün, üç - beş eleştirmen, bie nezdinde paris'te yürütülen kampanyanın taktik ve teknik eksikliklerini dile getirdi. devlet başkanının dahî orada olmasının neden expo'yu izmir e getirmeye yetmediği, sadece diplomatik eylem ve edimler penceresinden incelendi.
ve lâf bitti...
kampanya, taktik bakımdandan da, yabancı birileri izmir'e ilgi duyup, izmir'i tanıyıp, anlayıp, merak etsinler ve öğrensinler diye değil, her şeyden önce türklerin hoşuna gitsin diye hazırlanmıştı sanki: yerli, ancak da yerel popularite yaşayan "sanatçı"lar, az gelişmiş kültürlerin estetik duyusunu yansıtan folklor gösterileri ve paris'te de horonun azıcık daha biti kanlanmışı, "anadolu ateşi"... türk tvlerinden biri, expo milano'ya verilip, uğradığımız millî hüsrânı haber ederken, şu meâlde bir mersiye de döktürdü: "oysa, hüsnü şenlendirici ne güzel de üflemişti klarnetini... anadolu ateşi ne güzel de dansetmişti...". anlaşılan o ki, kimler yönetti ise, kampanya, dünyanın zerre kadar umurunda olmayan sezen aksu, elin adamını memleketi izmir'e çağırdı diye millet koşacak sanan türde bir naif ve nâhif bir mantık üzerine binâ edilmişti.
üçbuçukuncu dünyanın anti-intraseptif uslamlama biçimi, birine kendini tanıtmak isteyenin önce muhâtabını iyice tanıması gerektiğini (ki gavurcada buna boşuna intelligence demiyorlar...) pek kaale almaz mâlûm. onun için, üçbuçukuncu dünyanın hem başarıya, hem başarısızlığa atfettiği gerek değer, gerekse tepkiler, rasyonalite ötesi ölçütlere dayanır. izmir'in kısa süren sanrısal sevinci süresinde milliyet'in internet sitesinde expo' nun izmir'e geleceği yanlış haberinin başlığı şöyle idi meselâ:
"milano'yu sandığa gömdük"...
ve de ilk haberin yanlış olduğu, expo' nun italya ya kaptırlıdığı kesinleişip de meydanlar ve ekranlar yasa bürününce, cumhuriyet meydanındaki kürsüden biri, neticeyi "bu haksız karar..." diye nitlemekte hiç de beis görmemekte idi.
expo gibi, "şehir"lere mahsus, "medenî" olmanın simgesini taşıyan organizasyon ve düzenlemeler içinde saygın bir yer almak için önce şehrin karmaşık ilişkiler örüntüsünde varlığını sürdürebilmenin vazgeçilmez şartı, kritik düşünce, ne izmir'in expo kampanyasına, ne de yaşam tarzına aşinâ idi oysa. expo, nüve itibarı ile bir zamanlar türkiye'nin tek "borro"su olan izmir, yeşilden arıtılmış, denizden kopmuş, karman çorman, pis ve düzensiz bir beton yığınına dönüşmüş izmir, artık gerçek bir şehir olmaktan çooook uzak kaldığı için yarışı milano kazandı.
o yüzden de izmir, zoru deneyip şehirleri tekil ve eşsiz kılan; kişiliklerini; bireylerin tecrübelerine işleyen o medenî espriyi yeniden bulmak veya yaratmaktansa, cazip olmanın üçbuçukuncu dünya için muteber yoluna saptı. evrensel düzlemde kimsenin tanımadığı pop starları resm-i geçide düzdü; köyden varoşa doluşmuş ikinci kuşak yığınları mest editor diye batılı kulakların da memnun kalacağı zurnanın "peşrevli", mütekâmil versiyonunu "üfletmekten" medet umdu;
ve de kibar giyinmiş (veya soyunmuş) folklor oyunları sergilemek sûreti ile, dünya çapında bir ticarî - iktisadî organizasyonu cezbedebileceğini sandı.
bu kadar dünyadan bîhaber, içe dönük, içine kapalı bir zihniyet ile izmir'in buraya kadar gelmesi bile aslında mucize sayılabilir her halde...
milano expo'yu kaptıktan sonra hiç bir italyan gazetesinde şöyle bir başlık atıldı mı?
abbiamo sotterrato izmir nella scatola!..
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment