Monday, April 14, 2008

şeriatın kestiği kelle kanar ve kopar

mâlûmunuz, evlâd-ı vatandan bir gurbetçi, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ'nın en has dostu suudî kralının ülkesinde allah'a küfrettiği gerekçesi ile kafası uçurularak idam edilmeyi beklemekte.

adâleti dağıtan bir arap şer'iat mahkemesi olunca, hukukun esâmesi nereye kadar geçer, tabii kimse bilemez de, şer'iatın kestiği parmak acır, kelle de uçar.

bundan 10-15 yıl kadar önce de, - galibâ da, gelmiş geçmiş en hızlı suudsever siyasîmiz, necmeddin erbakan hukûmette iken- dört kamyon şoförü vatandaşımız bir miktar coptagon adlı gûyâ afrodiziak ilacı ülkeye kaçak sokarken yakalanıp, kılıçla idam edilmiş idiler.

o zamanlar türkiye henüz ölüm cezasını ilgâ etmemişti (kaldırmamıştı) ama 12 eylülden beri sarkan birkaç hükmü de infaz etmeyerek, bir tür "moratoryum" uygulamakta idi. neyse ki, arada avrupa sâyesinde hiç değilse bu ayıptan kurtulduk.

aşağıdaki yazıyı ben bodrum'un bir gazetesinde kaleme almış idim. günün manâ ve ehemmiyetine uygun olduğu kanaati ile, tekrar ısıtıp masaya sürüyorum. umarım hataylı berber vatandaşımızın âkibeti, coptagoncu kamyoncularınkine benzemez.

bu duanın tutması için ise, zavallının önündeki yegâne ihtimal, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ'nın suudî müstebiti diplomatik yollarla iknâ ederek bir af koparmaları.

haydi hayırlısı...

ARABİ İDAM

Suudi Arabistan' da dört Türk vatandaşının idam edilmeleri, haklı bir infial uyandırdı. Mesele, önce diplomasi, sonra da iç siyaset arenasına intikal ettirildi. Bu arada, medyaya da gün doğdu: Geleneksel olarak haber kıtlığı yaşanan yaz sıcağında, birden, kan, ölüm, hunharlık, hafif tertip şer'iat, otuziki kısım tekmili birden tragedya, cümlenin ilgisini çekecek bir konu olarak, enine boyuna sömürülmeye başladı. Bir yandan hukûmetin Suud'un kraliyeti nezdinde ne kadar etkisiz kaldığı, zaten dünyada kimsenin Türkiye'yi takmadığı imâ edildi; bir yandan da, devlet yetkisi ve cellâd eliyle can almanın "çağdaş" boyutları "gündeme taşındı"... Yok efendim, kafa keserek ölüm cezası mı olurmuş, hele ki, kelle, pazar yerinde, cumayı müteâkip, umumun ortasında mı uçurulurmuş? Daha "medenî" infaz yolları yok mu imiş? Ve saire, ve saire...

Ben, her hal-ü kârda idam cezasının karşısında yer alanlardanım. Hiçbir şekilde de, idamın "insanî" uygulaması olabileceği gibi bir saçmalığı kabul edememekteyim. Hayvan toplulukları üzerindeki araştırmaları iyi kötü incelemiş biri olarak, bu cezanın insanlar dışında hiçbir yaratık türü tarafından benimsendiğini okumuş ya da duymuş değilim.

Arabî idamlar üzerindeki alla Turka tartışmalar, biraz da bu yüzden kanımı dondurmakta. Konu, hukuk ve kanun adına can almak gibi bit vahşeti tartmaktan çıkarılıp, canın nasıl ve hangi kitabî ahkâma göre alınması gerektiği gibi, abes bir mecraa taşınmakta.

Eğer bütün mesele bundan ibaretse, Suudîleri hep birlikte akladık demektir. Çünkü, son derece keskin bir kılıçla, üstelik hafif tertip de uyuşturulduktan sonra kafası koparılan kişinin, minimal ölçüde fizikî acı hissettiği, tıbbın hemen hemen emin olabildiği ender konulardan biri. Hatta, meselâ Japonya'da seppuku (veya hara-kiri) yapanların, şereflerini kanıtlamak ötesinde, gereksiz bir acı çekmemeleri için kafalarının uçurulması, üstelik de bu işin ayrıca bir onurlu görev sayılması, yüzyıllara uzanan bir gelenek.

Suudî idamlarında karşı çıkılan, infazın, ibret-i alem için meydanda yapılması ise; Türkiye'de de, darağaçlarının mapusane avlularına çekilmesi, henüz yarım asırı dahi bulmamıştır. En son 1956 da Sovyet elçiliğinin bahçesine yediği köftenin kâğıdını atan bir âdem, Rus casusu diye yakalanmış, yargılanmış, mahkûm olmuş ve Samanpazarı meydanında asılmıştır.

Ayrıca, da zaten Fahd' ın cellâdları kılıçlarını gözden ırak bir yerde savursalar, Suudların ülkesi birden medeni mi olacaktır?

Özetle, iki sivri ucu ile, Arab usulü hunharlığa gösterdiğimiz medya ve kamu tepkisi, kafa kesmeye ve alenî idama duyulan tiksintiyle sınırlı. Eğer, bizâtihî idama karşı çıkılmıyorsa da, ortaya koyulan itiraz, en kaba mantık kalburundan bile geçememekte. Çünkü, salt bize çirkin görünüyor diye, az acı veren can alma yöntemleri yerine, daha ızdırablılarını tavsiye ediyorsak, zalimin eline oynamaktayız. Yok, “Kardeşim, öldüreceksen öldür amma, bunu şöyle zula bir köşede becer,” diyor isek, yaptığımıza konabilecek en hafif ad, ayıptır.

Esas itibarı ile de, Suud’un diyarında yüzyıllardır devam eden bu menhus uygulama, ancak kurbanlar yurtdaşlarımız olunca dikkatimizi çekiyorsa, gösterdiğimiz tepkiyle, bir yandan da, millî vurdumduymazlığımız belgelenmektedir.

Medyanın, Arabî idamları dini perspektiften değerlendirmek yolundaki ilmî kisve ile tesettür eylemiş yaklaşımı ise, ayrıca tüylerimi diken diken etmekte. Laisizmi anayasa ilkesi olarak benimseyen bir halkın ulemâsı, şer'î hükümlerle yönetmeyi ilâhi hakkı addeden bir müstebite, ha babam fetva vermekteler. Muhtelif "şer'iat" uzmanlarımız, İslam dininde idam caiz ise de, kelle kesmeye yer bulunmadığı iddiasıyla, zımnen ölüm cezasının daha ızdıraplı infaz modellerini tavsiye etmekteler.

Suudî diyarı, dünyanın en modern tüketim cihazlarıyla donatılmış bir ortaçağ cehennemidir. Ve bu cehennemde, keskin çelikler daha pek çok kelle uçuracaktır. Çünkü, Suudî müstebitin teb'âsı, Mercedes'e binebildiği sürece, müstebite bi'at etmekten de, cellâd palasının gölgesinde yaşamaktan da gayetle memnundur. Zaten de pala, hemen hemen her seferinde garibanın ensesine indiğinden, Mercedes ile gezeni pek ırgalayan bir hal de yoktur.

Suudî Arabistan olayı, bize kendimize bir göz atmak fırsatını sağlayabilirse, yurtdaşlarımızın kanı boşuna akıtılmamış olacaktır. Son 15 yıl içinde 60 tan fazla kişiyi " Besleyelim mi yani ?" gerekçesiyle asmış, 35 yıl önce başbakanını sallandırmış bir ülkenin, Fahd'ın derebeyliği ile karşılaştırılabilecek hiçbir yanı olmasını istemiyorsak, öncelikle ve ivedilikle, kendi haklarımız ve yaşamlarımız için, böyle ilkelliklerin geride kaldığı, demokrasiyi sindirmiş bir insanlar topluluğuna dönüşmemiz elzemdir.

Müslümanlığın, Fahd ve benzerleri ile özdeş tutulmasını önlemenin yolu ise, "kesmeyin de, meselâ, asın... tercihan da, kıyıda köşede, gözden ırakta gebertin," tarzı fetvâ buyurmak değildir. Muhammed'in yolundan giden bir toplumda, şâibesiz bir hukuk ve demokrasi sisteminin oluşup, yaşayabileceğini kanıtlamaktır.

Ve idamın yöntemine, aracına cellâdına değil; kendisine karşı tiksinti duyduğunu haykırabilmek, bu toplumun bir özelliği olmak zorundadır.

No comments: