traji-komik bir "zekî tesâdüf" ise, tam yunanistan'ın birbirine girdiği günlerde, bizzat "orantısız güç" kullanmaktan soruşturulmuş bir polis müdürünün "auteur" olarak kaleme (klavyeye?) aldığı, güler - cerrah ortak şaheseri eseri 1 mayıs'taki rezalet sırasında, istanbul emniyetinin "orantılı güç" kullandığına (1) ilişkin raporunun yayınlanması ile zuhur etti.
iki olay arasındaki tenakuz, esâsen birbirine her bakımdan kardeşler kadar benzeyen iki insan topluluğunun aralarında giderek büyüdüğü hissedilen medeniyyet uçurumununbir başka dışavurumu da sayılabilirdi: "avrupaî" oldukça eğitimden yaşam kalitesine, kelle başı gelirden kâğıt tüketimine vs., tüm global gelişmişlik kıyaslamalarında ilk 20 içinde yer almayı başaran yunanistan (tıpkı bir zamanlar hiç alâkası olmasa da kendimize pek bir benzettiğimiz italya gibi), trafik kazaları, kadınlara kötü muamele, işkence, internet ve sair entellektüel medyada sansür gibi alanlar dışında, meselâ "yaşam kalitesi" bâbında ilk 50ye bile erişemeyen türkiye ile hızla arayı açmakta idi.ulusların, ülkelerin ve toplumların, dolayısıyla da kültürlerin dünyadaki itibarî konumlarının "orantı - görelilik" içeren karşılaştırmalı kıstaslar ile belirlendiğini göz ardı etmeyi marifet sayan hukûmet erkânımız ve siyasî goygoy esnafımız ise, hâlâ altalta yazıp, büyüklüğe göre sıralanan listelerin mutlâkiyetinde sulh sukûn bulmakta, "dünyanın bilmemkaçıncı en büyük ekonomisi olduk," diye ter ter tepinmekte idiler (2).
türk'ün fizik, matematik ve ilimle 300 yıllık imtihanında bir türlü sınıf geçememesinin sebebi, mes'eleleri "orantı" ve "görecelik" içeren "contextual" mukayese ile çözümlemekteki isteksizliği, cehaleti, beceriksizliği ve hattâ inadı olabilir miydi acaba?garfucius, vakti ile bu konuda da düşünmüş, bir şeyler çiziktirmiş idi. tam o sırada da, karadenizli vatandaşlarımızdan bir grup, uzan'ların elindeki star tv'de yayınlanan bir programa kızıp, studyo binalarını yaylım ateşe tutmuşlardı.
ösetle, "orantsızı güç" türkiye'de sadece devlet kuvvetlerinin başına musallat bir illet değil, genel orantısızlık hummasının bir özel ve vahim tecellisi olabilirdi pekâlâ...
bakalım garfucius ne buyurmuş "orantı"nın zihnî fonksiyonu hakkkında:
temel'in oranı (1996)
önsöz
sayın karadenizlilerden bir ricam olacak: silahlarına asılıp da – özellikle ben içinde veya yakınında iken – gazeteyi taramazdan önce, (aşağıdaki) laz fıkrasını izleyen (aşağıdaki) bölümü de okusunlar lütfen..
temel’ in meşhur hikayelerindendir : çağırmış oğlunu, sormuş : “ula idirus! de bağa! peş kere peş kaç eder?”. oğlan, kendinden emin “kirktur,” cevabın verince, yemiş tabii tokadı...
“ula,” diye kükremiş temel, “peş kere peş eder yırmıbes, ha pilemedun otuz… nereya bulaysun kirki ?”
***
karadenizli vatandaşlarımız mâlûm, milli günah keçimizdir. her türlü olmayacak haltı edip, suçunu bir fıkrayla temel’ in sırtına yıkarız ya; iş hesaba gelince endâzeyi tümden kaçırmak âdetimizdir...
matematik din, orantı ibadet olsa, ulusça ebed müddet cehennemliğiz demektir…
***
batıda matematik, modernite ile paralel biçimde, toplu yaşamdan bütün insanların pay almaya başlamasıyla birlikte yaygınlaşmıştır. bu anlamda, sadece düzenleyici değil, özgürleştirici de bir işlevi vardır: matematik mantığından türetilen oranlar, insanların “hak”larını belirlemiş ve birey olmanın temelindeki “hak” fikrinin köklerini oluşturmuştur.
şarkın ihsandan beslenen ahâlîleri için ise, haklar, özgürlükler, hem nâhoş, hem de tehlikeli olagelmişlerdir. onun için, aklın yakıtı matematik yerine, mantığı es geçip duyguları gıdıklayan hamasîyata çullanmak yeğlenmiştir.
matematik, modern olmanın amentûsüdür. her türlü sosyal ve teknik düzen, zihinlerin matematiği göre örgütlenmelerinin bir fonksiyonudur. orantı ise, matematiğin pratik modern yaşama uygulanmasındaki kıvraklığı sağlar. tek tek insanların mikrokozmoslarını evrene bağlantılandıran, bireysel tecrübeyi toplu yaşantı ile bağdaştıran unsur orantı kavramıdır... insaf, adalet, akıl ve gündelik yaşamı düzenleyen her şey, orantılara göre işler…
matematiği sevmeyen bizim köyde orantı da kavranmaz… bir düşünsenize, temel’ in küçük idris’e “ula oğlim, de baa; peş yirmibeşun kaça kaçidur?” diye sorduğunu...
***
orantı cehâleti ve fukarâlığı, kendini gündelik hayatın zorlaşmasında hemen belli eder. mesela, türkiye, coğrafî itibar ile, akdeniz ülkesidir... yazları, öğle üzeri ve sonrasındaki ilk saatler, iç kesimlerde bile cehennemî sıcak olabilirler. hekimler, her yaz, o saatlerde sokağa çıkılmamasını, güneşten kaçılmasını vs., vs., tavsiye eder dururlar… ama iş saatlerini belirleyen mutlakiyetçi bürokratik zihniyet, doğadan, iklimden, oransallıktan öylesine kopuktur ki, bu basit tıbbî talimata uyması ve milleti de uydurması imkânsızdır.
bu yüzden de, her yaz binlerce kişi, “hararet şehidi” olarak toprağa verilir...
***
türkiye akdeniz’ e uzanmıştır amma, doğasının ritmini yakalamayı becerememiştir...
iç denizin başka her köşesinde hayat temposu iklime gore oranlanmış, tabiatla boğuşmak yerine uyum sağlanmıştır. insanlar, sokaklarda gezmenin sağlıksız olduğu zamanlarda “siesta” yapar; işlerini günün serin bölümlerinde bitirirler.
bizde ise, ittihatçı ideolojide somutlaşan zihniyet, hâlâ egemendir. çalışma, üretim ve verimle orantılandırmaz, “mesai saatleri”nin aritmetik mutlâkiyetine indirgenir. "iş", elde edilen verim (randman) ile değil, israf edilen beygir gücüne bakılarak ölçülür.
ol sebebden de, tababetin önerdiği üzere "siesta" müessesesi canlandırılacağına, tepeden inmeci ideolojinin çalışmayı iş, işi verim, verimi güç, gücü tatmin ile orantılandırmaktan aciz, göreliliği esas almayı beceremeyen matematiksiz yobazlığının mutlakiyetçi iş rejimi yüzünden sıcak mevsimlerde insan sağlığı riske girdiği gibi, bireylerin verimi de büsbütün düşer...
en basitinden, pek çok kamuya açık işyerine burun direğini sızlatan kesif ter kokusu yüzünden adım atılamaz...
en acısı da, sıcakta şıpır şıpır ter döken, kalpten tansiyondan sapır sapır dökülen “vatandaş” sürüsünün, çalışma şartlarını çalıştığı dünyaya ayarlayacak bir talepte bulunacak kadar dahi orantıları kavrayamamasıdır (3).
***
orantısızlığın vehameti, modernitenin nimetlerinden faydalanmakla orantılı olarak da artar.
maymunların çok daha iyi becerebileceği şekilde ilkel reflekslere güvenerek çılgınca otomobil sürmek ile, “trafik” kavramını bütün halinde değerlendirmek arasındaki orantıyı kavramaktan aciz birçok avanak, hem kendilerini hem başkalarını yollarda telef etmekte beis görmez.
gelgelelim, ne hikmetse türkiye’den de şöyle adı altın harflerle tarihe yazılıp, saygı ile anılan bir otomobil yarışçısı da çıkmaz.
***
matematik yoksunluğu, modern medeniyetin nimetlerinden faydalanmakla, modern ve medeni olmak arasındaki orantı boşluğunun farkına varılabilmesini de güçleştirir. mercedes ile “dörtlü flaşörleri” açıp tam gaz ters yolda giden de, cep telefonuna böğürürken metresinin ne renk külot giydiğine kadar her türlü lûzumsuz ve mahrem mâlûmatı, bulunduğu mekandaki ahâlîye yayan da, modern olduklarını zannedip, üstelik bir de hava basabilmekteler…
heyhat! biraz kendi “mutlak”larından sıyrılıp, hayatın bütününü kapsayan matematiğe oranla ölçebilseler kendilerini, muhtemelen görecekler ki, ne mercedes kullanmak modern olmak, ne cep telefonu, ne de bu tür ömürsüz kazanımlarla hava atmak...
mercedes’in direksiyonunda, eli kulağına yapışık, cep telefonundan kapıcıya fıstıklı baklava siparişi verirken yapabileceği kazânın, başkalarının yaşama haklarına tecâvüz olduğunu idrak ettiren göreliliği farketmek, modern olmaya işaret edebilir ancak!
-------
(1) daha doğrusu, "orantısız güç kullanmadığına"; teknik olarak suç teşkil eden orantısız güç kullanımı çünkü...
(2) türk ekonomisi, trenin sığır vagonuna saklanmış kaçak yolcu gibi, dünya ekonomisi geliştikçe onun girdabında nısbî olarak gelişen, refah, yaşam kalitesi, şeffafiyet göstergelerinde en alt sıralarda yer tutsa da, nüfus arttıkça büyüklük bakımından yanıltıcı bir yükselme gösteren ekonomilerdendir. nüfusun 70 milyon olduğu bir ekonomide, her birey tinerci olsa, hiç bir şey yemeden, içmeden sadece tiner koklayarak bir yıl yaşasa, o kadar kişinin tükettiği sadece tiner ve üstübü bile, yıllık istatistiklerde moda tâbir ile "devâsâ" bir kemiyyet yaratır. eh, o kadar kişi günde kelle başı 10 dâne de arpa yese, alın size dünyanın dürtüncü (dördüncü değil) büyük ekonomisi.
(3) muazzez milletimiz, mes'eleyi "klima" adını taktığı air conditoner denen anjin makinesi amerikan işi icâd ile inanılmaz bir aşk geliştirerek "çözmüş"tür. bu çözüm sâyesinde yaz-kış, ortalık sümüklü, aksıran, "hattâ tıksıran" vatandaşlar ile dolmuş, ortalık kronik ciğer hastalıkları ve müsebbib olan virüs, mikrop, bakteri taifesinden geçilmez hal almıştır.
No comments:
Post a Comment