hâdî uluengin'in yazılarını daha cumhuriyet'te bruksel muhabiri iken okumaya başlamıştım. engin - her hakikî entellektuel ve bu arada, tabiî, kulunuz gibi, zaman zaman mâlûmatfuruşluğa viraj alsa da- bilgisi, dili, zekâsı, görgüsü, âkîl yorumları ile bana "ne yazıktır ki burası türkiye ve bu adam bir gazete köşesinden başka felsefe yapacak ortam bulamamaka," diye efkâr düşürten nâdir kişilerdendir. hâdî beyin, cemil meriç' in "her asırda üç-beş kişi düşünür, geri kalan düşünüleni düşünür," sözündeki o üç-beş kişi arasında olduğu bence kesindir ama ne yazık, "geri kalanlar" gibi davranmak zorundadır, çünkü francala ekmeğini yediği, şarabını içtiği îrâd kapısı, gazeteciliktir; feylesofî değil...
elbet hâdî bey, peygamber, enbiyâ, evliyâ suyundan içmediği için, arada benim katılamayacağım fikriyât da öne sürdüğü vâkîdir. hayır, "ulusalcı" tayfayı ve de bilhassa eski yoldaşları karanlık maocu çeteyi diline pelesenk etmesinden bahsetmiyorum; ciddî ve ciddîye alınması gerekirken, belki en fazla, sözel rakı mezesi gibi değerlendirilmekten öte geçmeyen düşüncelerine değiniyorum.
meselâ, hâdî bey, geçenlerde "tarihin ergenekonu" (16 temmuz) başlıklı yazısında, türkiye'deki son gelişmeleri, tarihe direnen statuko yanlısı ve ergenekon ile simgelenen zinde güçler ile onların karşısında yer alan yenilenmeci sosyal kuvvetler (*) arasında, ülkenin yönünü demokrasi-kapitalizm rotasına çevirmek konusunda yaşanan modernist çekişmeye bağlamakta idi.
tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın ilk beş yıllık iktidar döneminin üç-üçbuçuk yılı boyunca, dünyadaki post-911 gelişmelerin ve silahlı kuvvetler yönetiminin musâmahakâr etkisi ile de, hakîkaten bu yönde bir eğilim oluşmuş idi. sonraki dönemde ise, konjonkturel ve kazâî, meselâ 397 maskaralığı, tayyib efendiye fiilî çankaya engellemesi gibi abes olayların tantanası arkasına gizlenen, ancak derindeki kökleri ile esâsa değgin bir fenomen daha yaşandı. üstün parmak sayısının verdiği cesaret ile, iktidar imkânlarından nemâ edinme girişimleri sonunda, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, ait oldukları dînî hassâsiyeti yüksek toplum kesimine taaa tanzimat'tan beri yasak olan ulu ve yüce kadîm devlet katlarının, kânunî'nin meşhûr beyitindeki sıhhatten bile muteber olduğunun farkına vardılar.
ve inceden, devlet denen o soyut iktidâr mekanizmasının organik unsurunu teşkil eden bürokrasi içinde fütûhat seferine, hem de takdir edilecek başarı ile koyuldular. öyle ki, 2008 yazında, iş devletin fethini de aşıp, ahâlînin umurunda dâhî değil iken, içinde rakı lâfı geçen abuk subuk şarkılara sivil âlemde sansür konmasına kadar uzandı. tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın devleti kılıç gibi badem bıyıklar ile fethi işini hızla abrayabilmeleri, sivil ve avrupaî ekonomi-politik yapının da onların yanında yeralması sâyesinde, çok daha çabuk ve pürüzsüz oldu.
ama bütün bu süreç, kapitalist-demokrat bir genel toplumsal yapıya yönelmekten çok, devlet odaklı ve merkezli, hâlâ bir oriental despotizm görünümünü aşamayan ve muhtemelen de ebedîyen aşamayacak olan toplumsal örgütlenmenin kalbindeki, her türlü belirleyici kudreti tekelinde tutan devlet denen o aygıta, mümkünse tamâmen ama hiç değilse operasyonel düzeyde hâkim olmak düzleminde, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın temsil ettikleri kesim adına, aslında da, daha çok kendi elit zümreleri için sürdürdükleri çabadan kaynaklanan bir çatışmadan ibaret idi.
son beş yıldır falan, devletin geleneksel sahibi sayılan askerî destekli bürokrat ve onlardan beslenen sivil sosyal zümre, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın baskılı ve başarılı kuşatmaları karşısında, gazî osman paşavarî bir plevne müdafaası sergilemekte idiler. gelgelelim, sivil ve populer rüzgârı arkasına alan tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, artık eski statuko güçlerinin devlet ile hukûmeti ayrı zâtiyetler imiş gibi sunan ve siyâsetin bütünlüğü içinde, en büyük alanı partiler ve parlamento demokrasisinin özünü oluşturan siyasî yarışmadan/rekâbetten soyutlayarak, kendilerine mâleden devletçileri tasfiye mücadelesinde hayli yol katetmişti bile...
"hukûmetler gelir gider, devlet onlardan ayrıdır; bâkî, ebedî ve özerktir", şeklinde sloganize edebileceğim, tanzîmat sonrasında modernizasyon ile de silâhlanan mantalite etrafında örgütlenen bu eski statuko yandaşı elit kesim, son kalelerini şimdi parti kapatma dâvâları vs. ile savunma derdindeler.
velhâsıl, mücadele aslında, dini bütün ve pek beyaz olmayan türklerin siyâseten yürüttükleri, nasreddin hocanın "azıcık da biz ölelim" deyip, baklava tepsisinin dolu tarafına oturmasına benzer bir post mücadelesinden başka bir şey değil.
tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, işlerine geldiği sürece özgürlükçü takıldılar. ancak, hele de, ülkenin en önemli ve öncelikli konusu olan hukuk düzenine geçiş konusunda devrim denebilecek bir dayanak noktası olabilecek ergenekon soruşturmasının ve dâvâsının (en azından iddianâme boyutunda) tam bir hayal kırıklığına dönmesini de sağladıktan sonra, özlerinde daha da beter yasakçı, tahakkümcü ve statukocu oldukları, neredeyse avrupalıların bile kavrayabileceği kadar âşikâr hale geldi.
yâni, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın zaferi, türkiye'nin "medeniyyet" yolunda ilerlemesine katkı yapmaktan çok, hâlâ toplumun en güçlü unsuru, ekonominin ve ekonomiden alınacak payın belirlenmesinde temel kararlara hâkim mekanizma olan ve de toplumun özgürleşmesinde daima ve her yerde en tutucu, en engelleyici rolü oynayan devletin sahipliği kavgasına nokta koyacak. bir başka deyişle, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ hedefe ulaşabilirlerse, statukonun ne olduğunu onlar belirleyecek.
iktidarı tümden ele geçirebildiklrei anda, yeni statuko, medeniyyete "tek dişi kalmış canavar" diyen şâire biât eden, mütedeyyin bir ekip tarafından şekillendirilecek! askerî esaslar doğrultusunda belirlenen geleneksel statuko değişse bile, aynı derecede kısıtlayıcı, ve gizli ya da açık islâmî yorumlara dayanan bir başka yeni statuko ihdâs edilmeye çalışılacak.
türkiye'de özgürleşmenin ve medeniyyetin en önemli engeli olan devletin bastırılıp, hukukun emrine verilmesi ise, aslâ olmayacak.
onun için, tüm gerçekçiliğine ve güçlü öngörülerine rağmen, hâdî beyin rûyâsı, tüm âminleri hakettiği halde, olmayacak dua olarak kalacak.
-------
(*) benim seçtiğim, antonio gramsci'ye ait bir deyim
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment