burası anlama özürlülerin diyârı türkiye, onun için açık seçik, önceden söyleyeyim: ben a-ke-pe'si de, de-te-pe'si de; deretepe faşisti de düzova dincisi de dâhil, başka melânete bulaşmayıp, salt siyâset ile uğraşan hiç bir parti için faaliyetten men cezâsı uygulayan bir hukuk sistemini tasvîb etmemekteyim.
anayasamız, avrupa birliği zoruna yapılan değişikliklerle, köylü ve esnaf düzeyini aşmamış bir kapalı toplumun taşralı bedenine medenî kılık giyme şevkiyle, şalvar üstüne frenk gömleği geçirmesine benzer bir düzeltmeye uğramış ise de, özde hâlâ, 12 eylül denen insan, akıl ve hukuk katliâmının güzîde bir meyvesidir.
dolayısıyla, dün ortaya çıkan hukukî ve adlî garabe de, doğrudan, o muhteşem hukuk ayıbı 12 eylül anayasasının, ülkenin medeniyyete erme çabası üzerine bir kerre daha istifrâ etmişliğidir; o kadar...
anayasa mahkemesinin a-ke-pe ile tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâyı da esâsen "aklayan" kararı, türkiye'de laisizm ilkesinin artık siyasî bir gereklilik olmadığını da belgeye bağlamıştır.
şöyle ki:
1. karar, parti ve parti üyelerinnen oluşan hukûmet tarafından laisizm ilkesini ihlâl eden uygulamalar yapıldığını açıkça tevsîk etmiştir;
2. bu, a-ke-pe'nin bir anayasayı ihlâl suçu işlediğinin de tevsîkidir;
3. ancak, ihlâl, parti hakkında kapatma cezâsı verilecek kadar "ağır bulunmadığından", bir "negatif para cezâsı"na ircâ edilmiştir. yânî, a-ke-pe veya tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, cepten bir meblâğ ödemek sûreti ile değil, cebe girecek belli bir meblâğ paradan, zorâkî ferâgat etme cezâsına çarptırılmıştır.
irdelersek, anayasa mahkemesi, tıpkı, siyâsî tarihimizin meşguk kahramanlarından merhum turgut özal'ın, "bir kerre delmekle anayasaya bir şey olmaz", vecizesini model almışçasına, "laisizm biraz ihlâl edilmekle bir şey olmaz", anlamına gelen bir karar vermiştir.
anayasa mahkemesinin kararı, karısını döverek öldüren bir adamı, niyetin katl olduğunu gösteren bıçak, tabanca vs. silâh kullanmadığı gerekçesi ile, cinâyet yerine, kazara cana kıymaktan mahkûm eden bir cezâ mahkemesinin, kanunun rûhunu değil, vak'aya uygulanmasını öne çıkaran, teknik ağırlıklı hukuk mantığını anımsatır niteliktedir. oysa, döverek öldürme örneğinde, değil dayak, kıskanma eylemi dahî, kadının öz ve kişisel, anayasa ile teminât altına alınan temel haklarını tehdîd eden, özgürlüğüne yönelen bir saldırıyı kapsayan suçlardan sayılmak durumunda olsa gerekir.
mahkemenin başvurduğu paradigma, temel haklar, özgürlükler ve özgürleşme ile hukukun (hakların!) garanti altına alınması değil ise, o hukuk aslâ demokratik ve medenî bir toplumun
işleyişini düzen lemeye yetkin ve yeterli olamaz!
anayasa mahkemesi de, ne yazık ki, hükmünü verirken, hukukun lâfzî ve teknik boyutunu öne çıkarmak zorunda kalmıştır!.. bu durumda da, kararda hukukun üstünlüğü değil, siyâsî pragmatizm aslî paradigma olarak belirmiş gibidir.
çünkü, anayasa mahkemesi, mevcut anayasa metni ile, hukukun rûhunu işletip, "laisizm ilkesi ihlâl edilemez, cezâsı kapatmadır" gibi bir karar alsa, memleketin kaos içine girmesi kaçınılmaz olduğu gibi, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın temsil ettiği zihniyetin de bundan azamî fayda sağlayacağı hemen hemen kesindir (*). ayrıca, kapatmanın ekonomik, diplomatik, politik vs. öyle geri tepmeleri olacaktır ki, türkiye, muzu yetiştiremeyen ama ithal eden bir muz cumhuriyeti olarak tarihe tescîlen geçecektir.
bu durumda, hukukî garabesine rağmen, karar, ehven-i şerdir.
çünkü türkiye, himmet edip de, 12 eylül denen toplumsal cinâyetin anayasasından ve o anayasayı yazdıran, yaptıran, onaylatan faşist zihniyet kütlesinden artıklarını da süpürerek arınmadıkça, kaderi zaten, şerden nasıl kurtulabilirse onu ehven sayarak/sanarak tarih tüketmekten öteye gidemeyecektir.
---------
(*) aman aman! mahkeme millî görüş yeniden güçlenir korkusu ile kapatma kararı vermedi falan demek istemiyorum. anlamayan anlamasın da, yanlış hiç anlamasın.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment