Wednesday, March 26, 2008

bölünmek ve boğuşmak millî karakter mi?

türkiye ahalisi bir kerre daha belirgin iki kamp arasında bölündü. ayrışmanın siyaset katında sadece "yansıdığı", esas çatlağın ise tabandan yayıldığı da, artık güzîde basınımızın bile anladığı bir olgu.

galibâ, bölünmüşlük, necip halkımızın en sevdiği toplumsal oluş hâli. daha çişimi tutamayan bebekken, taht-el şuuruma yerleşen halkçı-demirkırat ayrışmasının muhtelif versiyonları, yarım asırdır bir gün dahî hayat alanımı terketmedi, mâşaallah!.. ardından adaletçi - halkçı, süleymancı-ecevitçi, ve sağcı - solcu karşıtlaşmaları geldi, derken milliyetçi-gomonist, devrimci-ülkücü, 12 eylülcü - anti militarist, özalcı liboş-devletçi ve şimdi de dinci - laik kutupları...


gözleyebildiğim kadarı ile de, her def'a, gûyâ bölünen toplumsal kesimler arasında asgarî uzlaşmayı sağlayacak olan, hattâ buna mükellef bulunan siyasî/idâreciler de, ayrışmanın, düşmanlığın, kavganın şampiyonu gibi davrandılar. hattâ bundan siyasî nasip çıkardılar... menderes - inönü, demirel - inönü, demirel - ecevit, özal - demirel, tayyib efendi, gülsuyu, şürekâ ve baykal vs., vs.

yâni, el'an da yaşadığımız, toplum içindeki kopukluğun döngüsel bir dışavurum evresinden ibâret.


tamam, türban/laisizm/demokrasi cenderesinde yeniden cereyan eden bu kutuplaşma, alışmadığımız bir durum değil... ancaaaakkk... tıpkı bir tek yumrukla devrilmeyen bir boksörün, yüzlerce antrenman ve maçtan sonra yavaş yavaş sürekli darbeye maruz kalmaktan doğan tıbbî âraz göstermeye başlaması gibi, türkiye'nin bünyesinin artık zor kaldırabileceği de bir sosyal fenomen. "sivil toplum örgütü" diye uydurma bir türkçe ile yutturulmaya çalışılan (üye olmak mecburî) meslek odaları, birlikler, sendikalar ve tüsiad gibi üst-dernekler de gelinen aşamanın vehâmetinin farkında ve bölünmeyi durduracak adımlar atma çabasındalar.


ve de beceremeyecekler...


çünkü:


1. sorun, türkiye'nin siyasî yapısında. gûyâ etkinliği avrupa uyum tedbirleri ile kısıtlansa bile, devlet hâlâ maişetten öte, servet kaynağı. ülkede hâlâ, ekonomi, siyâsetten beslenmekte. onun için, devletin - yâni, nimetin - sahibi olmak, biraz da ötedekilerin o kaynağa ulaşmasını engelleyebilmekten ve nemâ birikimini dışarıdan sarkan "öteki"lere (!) gereğinden fazla kaptırmamaktan geçmekte.


slogan düzeyinde söylersek, devlet kuşunun benim başıma konsun diye diğer cümle başları ya eğdirmek, ya da uçurmak sendromu, bu sefer de tayyib efendi, gülsuyu, ve şürekânın özgün yorumu ile icra edilmekte...


2. türkiye' de "hukuk" diye bir nosyon mevcud değil! hukuk, oportünizmin kılıfı olmaktan ibaret!


oportünizm, elimde olan imkân her ne ise, onunla azamî faydayı hâsıl etmem ilkesi üzerine kurulu bir tutum. siyasî kadrolarımız, mevcudu ve geçmişi ile, hep oportünist olagelmişlerdir. nasıl adnan menderes zamanında "odunu koysam seçtiririm" zorbalığı ile "siz hilâfeti bile geri getirebilirsiniz" densizliğini, şahsî "karizma" ile meclis çoğunluğuna dayalı dikta hevesinin avadanlıkları olarak ortaya atabilmiş ise, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ da, yumurta kapıyı falan geçip tavada patladıktan ve de çiftçi tavuğu kesmeyi kafaya koyduktan sonra ancak cevvaliyet kesbedip, çoktaaan külliyen değiştirmeleri gereken anayasanın, sadece kendilerine batan ucunu törpülemeye kalkışmaktadırlar. tıpkı menderes gibi de, siyasetin tamamını tüm kurumlarıyla (yargı, toplumsal dinamikler vs.) birlikte indirgediği çoğunluk oyuna güvenip bu kabadayılığa soyunmaktadırlar.

hani, tutup, doğru dürüst, demokratik bir düzenleme getirecek olsalar, belki pek kimse gam yemeyebilir de, bu işi ayet okuyup, dua edip, hatim indirerek yapmaya kalkınca, zaten ekside gezen milletin a-ke-pe'ye duyduğu güven seviyeleri, hepten hades'in uçurumlarına doğru süzülmekte....

necip milletimizin düzen, organizasyon, ve bilhassa sistem gibi kavramlara duyduğu allerji, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın parlamenter zorbalığında da ayân beyân izlenebilmekte: bütünsel bir sistem olan demokrasinin bileşkenlerinden, temel ölçüt dahî olsa, yalnız biri olan "oy ile belirle(n)me", tüm sistemin tek unsuru imiş gibi zihinlere itelenmekte. oysa, oybirliği veya çoğunluk üzerine alınan mutlakiyetçi kararlara dayanan yönetim, modern demokrasi, değil, islâmiyette sık sık rastlanan, meşveret uygulamasına dayanan "rejim" yönetimlerin esasını teşkil etmekte.

tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın hukuk anlayışı, en iyimserinden, egosantrik diye nitelenebilir de; kendine muhalefet adını veren garip fırkalarınki farklı mı?

daha dün, ikisi bir olup, azınlık vakıflarının 35 yıl önce gaspedilen haklarını iade eden kanunun iptali için mahkemeye başvurmadılar mı? kendi vatandaşına dini farklı diye yabancı muamelesi yapan siyasînin demokrasiye ne hayrı olur, hukuka ne?


haydi geçtik milletin tepesinde tüneyenleri; ahalinin kendisi sanki pek mi hukuka düşkün?

kaldırımları park yeri ilân eden şoförler, yol ortasında tarlada gibi yürüyen yayalar... bunlar kahîr ekseriyeti, kollektif yaşamanın en basit düzenleyici kurallarını dahî içselleştirememiş bir topluma işaret etmiyor mu?

siz dünyanın başka neresinde "buraya çöp atmak kesinlikle yasaktır" diye bir levha gördünüz? yaşamı organize eden düzen ve yasakları "kesin" ve "kesin olmayan" diye ayırdeden bir insan topluluğu, hukuku da boğazı sıkıştıran bir numara küçük frenk gömleği gibi görmez mi?


eh, ahalî böyle olunca, kim ona "eşitlik" esasına dayalı bir hukukî sistem yerine, "imtiyaz" dağıtımına dayalı, şarkî bir keyfîyyet hukuku sağlarsa, meyli de o tarafa kayacaktır elbet.


tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ bir avanaklar topluluğu değildir! pek âlâ onlar da bilmektedirler ki, başlarındaki damokles kılıcından sıyırtmak için giriştikleri hukukla çiftetelli (*)sevdası yerine, avrupa standardlarının uygulandığı bir demokrasi arayışına girişseler, onları besleyen dinci çevreler hoşlanmasa da, toplumda hayli geniş kesimlerin sempatisini (belki yeniden de) kazanacaklar. ama kazâra itelemeyi başarır da, parlamanter zorbalık sayesinde işlerine gelmeyen seçmece anayasa maddelerini değiştirmeyi kamuya yutturabilirlerse, kendi anladıkları cinsten bir "mutlak çoğunluk" demokrasinin önünü açmış olacaklar. meclisteki bu safâ sürdüğü müddetce de, istedikleri kuralı istedikleri gibi değiştirerek oyunu oynayacaklar...

ama velev ki, zor oyunu bozarsa da, dinleyin o zaman demokrasi ve hukuk vâveylâsını!

--------
(*) tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ'nın nalıncı keseri modeli, keyfî ve ztandard özürlü hukuk anlayışı ben bunları yazarken (ki garfucius, ilk satırları tam beş gün önce karaladı ise de, ancak okuyup basacak zaman bulabildi) bir kerre daha patladı: gûyâ isveç gezisi sırasında içte yumuşama konusunda bir esneklik göstereceği bildirilen başvekil, ab'nin üyelik sürecinde türkiye'ye farklı öneriler uzatmasını "maçın ortasında kuralları değiştirmek" olarak nitelemiş ve "biz kriterleri yerine getiriyoruz ama uygulama siyasî" diye şikâyet etmiş. evet evet, aynı tayyib erdoğan, yâni şu parti kapatma davâsında esas olan anayasa madelerini değiştirme girişimi içindeki başvekil...
bu arada yanlış anlaşılmaya... venedik kriterleri ölçüsünde bir anayasa değişikliğine ben de şiddetle taraftarım - yeter ki, bu tümel bir özgürleştirme hareketinin parçası olsun ve tck 301 ucubesinden rtük acaipliğine ve yök faciasına kadar, hukuk sistemimize tıkıştırılmış 12 eylül artığı ne kadar deli gömleği varsa, hepsini birden yırtıp atalım... en önemlisi de, hukukun hayata uygulanmasının önündeki en biyük engel olan, mahalle baskısını meşru hâle getiren genel ahlâk kavramına referans veren hükümlerden arındıralım ki, başını örtene tanıdığımız hürriyet, kıçını açan için de geçerli olsun...

No comments: