ege cansen'in hürriyet'teki sütununda mng holding'in bodrum güvercinllik'teki pina yarımadasının kıyılarını, otel yapmak bahanesiyledümdüz edercesine doldurmasını, bırakınız aklamayı, öven, teşvik eden ve uydurma verilere dayanarak deniz doldurmanın doğayı tahrib etmediğini öne süren "daha fazla deniz doldurulmalı" başlıklı zırvalarını dehşet ve ibret ile okuyunca, yine geçmişin izlerine daldım. bundan 15 yıl önce merhum belediye başkanıı emin anter ve demiryolları, limanlar havalimanları genel müdürlüğü elele verip bodrum limanını 12 metre doldurarak "onarmak" (1) niyetiyle yola çıktıklarında, sıkı bir mücadele başlatıp, tâmirâtın mâkul ve sağlam bir boyutta yapılmasını sağlamak konusunda epey çaba sarf etmiştim. aşağıdaki "baldızlar ve çukurlar" adlı yazı, o mücadelenin matbû cephânesinnden biri idi.
eğer lağım kanalına dönüşmemişse, bir tek deresinden su akmayan; gölleri, nehirleri çöl olmuş; umut diye sarıldığı gap gibi dev projeleri, çevre bilinçsizliği yüzünden salamura edilmiş (2); ormanlarının yanmayan kısmı, ya otel binâları ya golf delikleri ile tecâvüze uğramış bir toprak parçasının, ancak, ege cansen gibi, ömrünü paraya vakfetmiş insanları entellektüel sayan bir hâkim kültür ile bu hâle dönüşebileceğini çoktaaaaan öğrendiğim için, bu doğaya hıyânet belgesine şaşırmadım..
ona-buna tahsis edilen ormanların, sulak alanların, golf sahalarının vs., 70 milyon aslî sahibinden sadece biri olarak, yıllardır çıktığı kadar sesimi yükseltmekteydim. ama değil mi ki, kahîr ekseriyeti zâten ondan, bundan ve benden gaspedilen "kamusal alanlar" üzerine dikilen gecekondularda yetişen, en azından orada yeşeren kültürün küf ve mantar gibi sardığı bir zihin ortamında büyüyen, eğitim gören bir insan topluluğunun alâmeti üstünde ben de aynı kıyâmete doğru yol almaktayım, sesim de, üzerinize âfiyet, ancak davulcu öksürüğü kadar duyulabildi ise duyuldu.
bîl umum kulağı duysa da, ruhu sağır vatan evlâdına ve vatanı üzerinde biriken dolarla tanımlayan kalem suvârilerine bedduam şudur ki; vermeye allah gecinden versin de, sizin de üstünüz toprakla dolarken, benim şimdi hissettiklerimi hissedesiniz, evrenin meçhul bir köşesinde...
sayelerinizde, memleket sengi cümle betondan bir mezarlığa dönmekte zâten.
buyurun, şimdi yazıyı okuyalım:
baldızlar ve çukurlar
bilmeyenler kaldıysa, onların da tv reklam ve dizilerindenöğrendikleri üzere, askerlikte eğitim koşuları, “yaylalar, yaylalar” türküsünün aksak ritmine, matara tıkırtısı, tüfek şakırtısı, postal patırtısı ile tam teçhizat makam tutarak yapılır. brüt 90 gün sürdüğü için, bizim dönemin erkeklerinde nisbeten az anısı kalan “vatan görevinden” benim hatırladığım episodlardan biri, türkülere dairdir. “yaylalar”ın bitip tükenmeyen yaygarasından gına gelmesi üzerine, bölüğümüzün girişken er'atı, bir başka türkü eşliğinde koşmaya emir ve müsaade çıkmasını sağlamıştır. bu türküden, benim aklıma, sadece şu nakarat nakşolmuştur:
aman baldız olmuyorsa olduralım,
çukur mukur yerleri dolduralım...
***
her ne kadar erkeksiliğin ağır bastığı folklor hazinemizdeki baldız motifinin, erkek egemen toplum ve aile yapısı ve bu yapı içinde yetişen özellikle erkek bireylerin seksüel açlıkları ve yetersizlilleri perspektifinden ele alınması, lezzetli soslarla süslenebilecek bir sosyolojik araştırmayı ilham eylese de, bu yazının konusu baldızlardan ziyade, çukurlar ve hatta doldurmak fiilidir. baldızlar bir meslek trükü olarak, gavurcada “come on” tabir edilen şekilde, okuyucunun dikkatini çeksin diye başlığa çıkarılmışlardır. bu meyanda, kamunun baldızlara
düşkünlüğünden istifade edilirken, aynı zamanda, bu düşkünlük, ilmen bir kez daha kanıtlanmış da olmaktadır.
çukurlara gelince, anlaşıldığı kadarı ile halkımız baldızlara gösterdiği hassasiyeti çukurlardan esirgemektedir. ya da, çukurlarla, baldızların birer seks objesi olarak, gerçek veya muhayyel mevcudiyeti tahtında ilgilenmekte ve çukur mukur yerleri doldurmak, ancak baldızlar muvacehesinde öncelik kesbetmektedir. nitekim, yurt sathında, yollarımızın hal-i pür melali, bu gözlemi teyid etmektedir.
yine de, baldızlardan bağımsız olarak doldurulan çukur mukur yerlere de bazı bazı rastlanmaktadır. yüzyılların mimarî kültürünün estetik mirası asırlık yalıların, taş evlerin yerlerine çok katlı kerpiç gudubetler dikmek uğruna kazılıp, anında betonlanan temel çukurları gibi...
demek ki, milli kültürümüzde doldurulası çukurlar kadar doldurulmasa da olur çukurlar bulunduğu anlaşılmaktadır.
***
türküde, baldızlarla çukurların ortak paydasını oluşturan “doldurmak” fiili de, tıpkı baldızlara olan folklorik düşkünlük gibi, sosyo -psikolojik incelemeler için engin bir derya sunmaktadır. evli erkeklerin, eşlerinin kız kardeşlerine yönelik zaafları kadar, resmi sıfatlı şahısların orayı burayı, çukur mukur, deniz meniz, plaj mlaj, kara mara demeden doldurma heveslerinin ardındaki patolojik nedenler de, ele alınmayı beklemektedirler.
mesela, doldurma temayülünün psikoseksüel gelişim sürecindeki aksamalar ile muhtemel bağıntısını saptayacak bir test, hem bilime, hem bu şahısların yönettiği mekânlarda yaşayan bizlerin günlük hayattan beklentilerimize ışık tutabilecektir. bu tür bir turnusol yoklaması, biz seçmen sürüsünü yetkililerin denizi doldurup beton kıyılar düzmek tutkuları ile, seksüel argodaki dümdüz etmek deyiminin içeriği arasındaki olası ilişki konusunda aydınlatabilecek ve bilumum düzleyicilerin bu özelliklerinin, erkeksi yönü ağır basan köylü düşünce tarzından doğup doğmadığını tartarak oy vermek babında bazı ölçütler sunabilecektir.
***
esasen, baldızların enişteleri ile oynadıkları veya oynamak isteyebilecekleri kova kürek oyunları beni hiç ilgilendirmemektedir. buna dair türkünün dahi, sadece nakaratı nadiren belleğimi yoklamaktadır. bir motosikletçi sıfatıyla, yollardaki çukurlarla ilgim ise, kaçılmaz ve kaçınılmaz bir dikkat-sabır- küfür dairesi içinde sürmektedir.
iş doldurmaya gelince...
fiilin nesnesi deniz ve kıyılar ise, tüylerim diken diken olmaktadır. hele aklı, mantığı, çağdaşlık bilincini, bilimi ve doğa estetiğini dümdüz ederek, ırzlarına geçen uygulamaları, oylarımızla makamlarına diktiğimiz, üstelik kimi de diplomalı cahillerin gerçekleştirmeleri, şiddetle kanıma dokunmaktadır... dünyadan bîhaber olmayı fazilet sayan bu okumuş köylülerin uzmanlık tanımaz yozlukları, estetik fukarâsı hoyratlıkları, bana, insanların kulakları arasında da dibine ulaşılması imkansız abyssler (3) olabileceğini düşündürmektedir...
----------
(1) bilenler bilir, bodrumcada onarmak fiilinin pek de terbiyeli sayılamayacak ve sanırım, artık, âşikâr olan bir anlamı daha vardır da... yok canıım, ben öyle kötü şeyler yazmam; bilin istedim sadece.
(2) meşhur gap sâyesinde çin kadar ziraî üretim yapmayı umduğumuz güney doğu ovalarında hektarlarca toprak, daha sulama projeleri yarılanmadan tuzlandı ve tarım arazîsi vasfını kaybetti bile.
(3) abyss: dipsiz çukur
1 comment:
On beş yıl önceki yazı da "Baldızlar ve Çukurlar" pek güncel. Yazık ki bugün de değişen bir şey yok. Aksine tepe taklak çukurlara yuvarlanıyoruz hep beraber. Böyle barut gibi öfkeye, ateş gibi bir dil de cabası..
Post a Comment