Friday, February 20, 2009

kılıç

bir süredir vakit bulamadığımdan (yunanistan yolcusu adayıyım ya, sürekli hareket halindeyim!) blog ihmal oldu. ama az önce gazete sayfalarına bakarken artık yazma zamanının geldiğini farkettim:


bu yerel seçimlerden ciddî bir hayır çıkacak, o da deniz baykal'ın sahne-i siyasetten kat'iyyen silinmesi olacak.

yanlış anlaşılmaya... haşâ, cumuriyet halt fırkasının doğru dürüst, modern anlamda bir siyasî örgüt haline geleceği gibi bir hayâlim yok. hele hele, "baykal gider ise parti toparlanır, iktidara yürür," nev'inden ham hayâllere hiç itibar etmemekteyim. halt fırkasının dünyanın içinden geçtiği çalkantıları fark edip, ona göre politika geliştirip, seçmene alternatif sunabilecek hale gelmesi, ancak zihin yapısının toptan değişmesi ile mümkün - binaenaleyh, nâmümkün.

hayır, halt fırkası yönetiminin ve örgütünün de zihniyeti değil...

bütün milletin zihin yapısının!..

konda
'nın 6500 kişi üzerinde yaptığı soruşturmaya ilişkin haberleri her halde duymuş, okumuşsunuzdur. bendeniz burada sadece - biraz da guardian'ın istanbul muhabirinin "hoşgörü" dolmuşunda (1) ön koltuğa oturarak - bu araştırmayı sonuçları ile birlikte yoksaymak ve inkâr etmek çabasıyla gazetelerce atılan başlıkları, televizyon haberlerindeki o inanmamış dudak bükümlü spiker ifadelerini hatırlatacağım, o kadar...

ve de işte tam da bu noktada, hangi zihin yapısından bahsettiğim bir şebeğin ard nahiyesi kadar aşikâr, çıkacak ortaya... onca zahmete katlanıp da yapılan bir çalışmayı manşetlerde kelime cambazlığı, ucu sarkmış dudaklar veyahut da en az pişmişinden milliyetçi öfke ile inkâr etmek sûreti ile, birden bire, türkiye ahalîsinin pek bir okur yazar (2); kadın - erkek eşitliğinde her engeli aşmış (3); fena halde demokrat; tüm insanlığa apaçık ve saire bir toplum oluşturduğuna inanılabilen, milletin çoğunun illeti, o zihin yapısı, yâni...

iyice vahim boyutu ile, herkes bu rezaletin farkında iken, esasen de durumdan gâyet memnun olduğu için, birilerinin ortalığı kurcalayıp, gerçeği açığa çıkarmasına ve "bir şeyler yapmaya zorlamasına" şiddetle karşı konmasını salık veren o endişe verici zihin yapısı!..

gelelim halt partisi, baykal, kılıçdaroğlu falan filan ile bu zihin yapısının ilişkisine:

şu bir gerçek ki, kılıçdaroğlu, ancak bir mucize eseri seçimi kazanabilecek. böyle bir mucize vuk'û bulursa, baykal'ın başarı ölçüsünü baraj aşmaya denk tutan kemikleşmiş saltanatı, o zaferin zâten altında kalacak. partide, çocukluk lakâbı domates olan başkandan çok, istanbul'u "davos fatihi"nden fetheden "kılıçdar ağa"nın sözü geçecek. onun ağırlığı karşısında domates de salçamtrak olacak. bu sefer baykal yemek için ısıramayacağı, ısırsa hazmedemeyeceği bir lokma bulacak karşısında.

kılıçdar ağa kaybederse de partide gidişat değişmeyecek. haltçılar, şimdiden bile önüne doğru dürüst, dirençli bir engel çıkınca, tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın cûş etmiş selinin hız yitirip durulacağını az-çok fark etmiş durumdalar. bu farkındalık, o dirençsizliğin baykal ve avanesinden kaynaklandığı vakıasını da kapsamakta.

nihayet ölüm uykusundan uyanır gibi olan halt fırkasına, şikâyet üretmek dışında seçim kazanmaya çalışmak falan gibi bir misyon da yüklenebileceğini hatırlatan kılıçdar ağa, partinin düğüm olmuş barsaklarına bir müshil tesiri yapacak. parti, bir nebzecik de olsa, kabızlıktan nisbeten kurtulacak.

eh, o zaman da baykal'ın emekliliği mukadder olacak.

gelelim işin umumî hayır cephesine: tamam, ce-halt-pe ile ilgili en doğru ve geçerli teşhisi otuz küsur sene önce süleyman demirel, "bunlardan ne köy olur, ne kasaba" deyerek koymuş idi. o gündür bugündür, bir şey de değişmedi. daha doğrusu, baykal mantalitesi ile, ce-halt-pe geçtik köyü kasabayı, iyi-kötü bir mezrâ sayılabilecek iken, geçilmez bir dağ patikasına dönüştüğü ile kaldı.

şimdi, kılıçdar ağa kazansa da, kaybetse de, yıllar sonra ilk def'a zafer kokusuna biraz yaklaşmanın getirdiği şevk ile az-çok işlek hale gelen o patikada biriken dikenlerin dökülmesine, çalıların yolunmasına, pıtrakların ayıklanmasına sebep olabilecek ivmeyi vermekle, ne köy ne kasaba olabilen bir "ölü alan"ın - gâvurcası ile, no man's land - kullanıma açılmasını ister istemez sağlayacak. sürecin sonunda da, ya halt partisi bir halt eylemeyi başarmayı öğrenecek, ya da (bence daha muhtemeli) artık efendi efendi, tarihin sandık odasına doğru yollanacak (4).

siyaset, üçbuçukuncu dünyada bile tabiatın bir cüzüdür. boşluk kaldırmaz. kabız barsaklar tarafından tıkanan siyasî akışkanlık normal debisine yükselince, ce-halt-penin yerini bir başka oluşum, mutlaka dolduracaktır. ve avara kasnak gibi dönerek kendine gidecek yer arayan şimdilerdeki muhalif enerji, iktidar yolunu zorlayacak dengeleri de kuracaktır.

---------
(1) yaa, öyle uydurma kelimelerle, uydurma kavramlar yaratır, üstelik de onca duygusal içerik yüklerseniz, gâvurun merhametine de muhtaç kalırsınız ki; bunun "van minüt may firend"i de olabilemez. adı üstünde, hoş-görü dediğiniz o uyduruk boş laf, özünde hoş olmayan bir şeye hoşmuş muamelesi yaparak katlanmayı (tahammül!!!) ifade eder ki, gâvur muhabirin yaptığı da aynen budur: "yapmayın canım, o kadar da kötü değil bu etrâk..."

(2) türkiye, kitap üretiminde 95 ülke arasında 61inci sıra ile en az kitap okuyan toplumlardan biri.!. bir kitaba 10-15 kişi falan düşmekte. inanmazsanız, NationMaster'a sorun.
(2) porno filminde oynadığı için değil, herifçioğlu seyrettiği porno filmdeki "yıldızın" boşandığı karısına benzediğini zannettiği için, birlikte yaşadığı eski eşini öldüren canîye verilen müebbed hapis cezası zapatamagondinya'da 15 yıla indirildi sanki! - ve de tüm türkiye bu garabeyi protesto için ayaklandı ya!.. meselâ, kadınları hor gördüğümüz söylenince bozuluverdik.
(4) üçüncü şıkkın tek alternatifi, fırkanın tanınamayacak kadar kişilik değiştirerek hakikî, yâni avrupaî anlamda modern bir siyaset örgütüne dönüşebilmesi. mevcut kadro, kafa, teşkilat ve en önemlisi taraftar kitlesi ile de, bu mümkün değil.

Friday, February 13, 2009

seçim toto başlıyoooor...

seçim toto oynayalım bakalım bir:

bence, belediye seçimlerinde ciddiye alınabilecek bir değişiklik olasılığı fazla değil. istanbul'da şişli beeeelki sarıgül'ün elinden kayabilir ama mevcut rekabetten ziyâde, tayyib efendi hazretlerinin cazibeleri sonucu. yine de pek muhtemel değil.

cumhuriyet halt fırkası seçim meçim kazanmak istemediği için, artık yeni bir yüz aramaya başlayan ankara'da karayalçın gibi küflü bir asosyal aday ile ortaya çıktı ve her yönüyle tükenen melih gökçek'e en kıyağından bir tâze kan nakli ısmarladı. alternatif yokluğunda izmir aziz kocaoğlu'nun olur. gerçi esamisi okunur mu bilmem ama, taşra sınıfında da, meselâ bizim bodrum, mazlum ağan'da kalır. adana akp'nin olur, aytaç durak da kendine başka eğlence arar... falan da filan...

esas ölçüt tabii; il genel meclisi sonuçlarıdır işin rengini o belli eder.

bence tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, zâten istatistikleri zorlayan bir doruk olan 22 temmuz oranlarını koruyamaz. halt partisi artık halt etmekten bile aciz hale düştüğünden çaresiz milletim başka seçenek bulamayacağı için, oy kaybı fazla olmaz ama a-ke-pe yine de yüzde 40ın (ucu ucuna da olsa) altında kalır. davos efelenmeleri, susuz köyde çamaşır makinesi dağıtmalar falan da yelkenleri o kadar uzun süreli şişirmez. duygusal manipulasyon anında işe yarar, olay tartışılıp, ölçülüp-biçilmeye başlarsa, mantık (1) egemen olur.

tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâyı asıl sarsacak olay bellidir: ekonomik gidişatın vehameti. ancak, kimse de abartmasın... iktisadiyat, neticede rasyonel akılcı tahlil gerektiren bir ilimdir. iktisadî davranış ise tamamen psikolojiktir. ikinci şık dolayısıyla, bilhassa üçbuçukuncu dünyada homo ekonomikus asla "homo sapiens ekonomikus" (2) sûretinde zuhur etmez. bu da demektir ki, ekonomi verilerini depreme uğratan bozulma, anında bir tepki, bir aks-ül âmel olarak oy vermeye yansımaz.

özetle, iktisadî durumdaki kötüleşme de tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın oy oranını paldır küldür alaşağı etmez ama yükselmesini önler, bir miktar da düşürür. a-ke-pe lehine bu tablo da, hatırı sayılır ölçekte yine halttan dahi aciz cumhuriyet halt fırkasının ve hâlâ vatan, millet, sakarya ve şahadet edebiyatı ile siyaset yapan boz'kurtların hiç bir şekilde kendi kemik kitleleri dışında kimseye alternatif sunamamayı becererek siyasî hayatımıza kattıkları renklerle epeyce bezenmiştir.

geriye, seçmenin son seçimden bu yana ampulun ışığından ne kadar kâm almaya devam ettiği ya da kendini biraz da olsa karanlığa düşmüş hissedip etmediği (3) sorusu kalmaktadır ki, anlayabildiğim kadarı ile son göstergeler tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın toplumsal ibresinin "güven ve memnuniyet"ten "tedirgin bir onay ve alternatif yoksunu mecburiyet"e dayanan tercih seviyelerine doğru inmekte olduğuna işraet etmektedirler.

bulunduğum yerden, bir buçuk ay sonrasına doğru göstergeler a-ke-pe için yüzde 38-39 civarında oy potansiyeli dolaylarında karar kılmaktadırlar. denize düşenler yılan yerine deniz baykal'a sarılırlarsa, halt fırkası yüzde 22-23, asena'nın rehberliğinde ergenekon'dan çıkıp, anadolu'da beslenen kahraman millîci partimiz de yüzde 17 oy toplayabilirler.

hemen belirteyim, bu bir ilk tahmin olup, meteorolojinin hava raporlarından daha güvenilir falan değildir. elbet, garfucius aklına estikçe yeni tahminlerde bulunup burada zikr edilen oranları da değiştirebilir. ciddî oynamalar beklenmemekte ise de, burası üçbuçukuncu dünyadır, oy da çukabülüüüür, ayu da çukabülüüür. tek ortak menfaatimiz, ne çıkarsa sandıktan çıkmasıdır.

------
(1) "mantık" ile "rasyonel aklıcılık" arasında ciddî fark vardır, anımsatayım
(2) "bilen" (sapiens) homo ekonomikus
(3) a-ke-pe'nin akhilleus topuğu, her sokakta afişlerin yanında duran satılık-kiralık ilanları ile kapalı kepenkler olduğuna göre, bu hissiyat önemlidir ama her şeye rağmen güven veren bir başka seçenek bulmadıkça neticeyi çok değiştirmez.
(3)

Sunday, February 1, 2009

nasır: mücellâ başarısızlık

kerameti atîden ziyâde mâzide kalan birileri, tayyib efendi' ye yaranmak için "arab dünyasının beklediği yeni nasır" falan gibi nitelemelerde bulunmuş. tabii, bununla esas vurgulanmak istenen arab dünyasından çok, orta şark'ın önderliğine türkiye'nin bölge ülkelerince de lâyık görülmesi gerektiği faraziyesi.

doğrusu, bu tür az gelişmişlik örgütlenmelerinin tarihte, hele de evrensel kapitalizmin egemen olduğu yakın tarihte yaratttığı hayır pek görülmemiştir ama olsun, hamâsiyyat, fütûhatçı duygusallık, fevrî algılamalr ve akla garnitür, bilgiye aksesuvar muamelesi yapmaya dayalı bir dünya görüşü için kâğıt üzerinde hoş göründüğü âşikâr.

gelgelelim, bilmek gerekir ki, cemal abdül nasır denen adam, bütün cafcafına rağmen neticede siyasî açıdan tam bir cilâlı (1) başarısızlık âbidesidir. merak eden wikipedia'dan falan da baksın, ben şimdilik aklımda kalanlarla şu kadarını hemen söyleyebilirim:

nasır'ın en büyük başarısı, darbeci hiyerarşi içinde bilmem kaçıncı sırada başladığı kral faruk'u (2) devirme hareketinde üstlerini bertaraf ederek mısır'a başkan olabilmesidir. bu hareket batı'yı ve de bilhassa mısır' a tarihî hâmi pozlarındaki dişi sökülmüş aslan ingiltere'yi kızdırdığından, nasır ülkesini hafif tertip "sosyalist" bir fırça ile pembeye boyamıştır.

nasır, 1956 da süveyş kanalını millîleştirince, ingiltere ve fransa israil'i de kışkırtarak bir harb başlatmaya kalkışmışlar, fakat fazla ilerleyemeden, amerike araya girerek, hattâ iki müttefikini de "sizi de fenâ döverim haa!.." diye azarlayarak, ortalığı yatıştırmış ama aradan nasır "büyük lider" diye sıyrılmıştır.

kanal mısır'da kalmış ama o gün bu gündür, gerçekte, kârını batılılar götürmüştür.

nasır batı korkusu ile sovyet rusya'ya utangaç adımlarla yanaşıp, moskova'nın kıt kanaat bütçesinden epey bir sadaka da koparmıştır. bu yardımın çoğu askeri harcamalara gitse de, "kalkınma hamlesi" adı altında, arada, bin yıllardır mısır'a bereket taşıyan nil nehri, rus-mısır ortak yapımı assuan barajı vasıtası ile "kontrol altına alınmış", nehrin getirdiği aluvyon artık baraja takıldığından, bütün ülkeyi besleyen nil vadisi, çölleşmeye başlamııştır. assuan, sanılanın aksine, mısır'ı ekonomik olarak geriletmiş, bu arada luxor harabeleri gölün ve çamurunun altında kalmış, putperest kültür böylece bir komonist-müslüman darbe daha yemiştir.

nasır efendi, yoklukta arab dünyasında lider olunca, gaaayetle muhteris bir projeye de kalkışmış, arab birliğini evrensel bir kudret haline getirmenin ilk adımı olarak, suriye ile birleşir gibi yaparak "birleşik arab cumhuriyeti" diye bir oluşum yaratmıştır.

anımsayalım, bu tür az gelişmiş toplumlarda, ekmek siyasettedir, siyaset de devlete hakim olabilmektir. tabii, birleşik bir devlet ayrı ayrı çöplenilebilecek iktidar sofralarını, sofraya konacak ganimetin çoğalması hiç garanti değilken teke indireceği için, b.a.c. denen garabe de bir kaç yıl sonra kendini feshetmiştir.

ama, nasır'ın mimarı, hattâ baş mimarı olduğu aslî felaket, 1967 arab-israil savaşıdır. yaklaşık 100 milyon nüfusluk kaynaktan (ve petrol kuyularından) beslenen birleşmiş arab kuvvetleri, 1967 haziranında "siyonist devleti yerle bir etmek, haritadan ve tarihten silmek" gibi ulvî bir amaçla israil' e saldırmışlar ve tam altı gün harb etmişlerdir. o yüzden, toplam dört israil-arab çatışması arasında (3) her halde en belirleyici olan bu harbe "altı gün savaşı" denir.

harbin sonucunu bilmeyen zâten bugünkü durumdan bile (4) tahmin edebilir de, sonrasında anlatılan "arab tankları özel imalat, bir ileri altı geri vitesli yapmışlar kolay ricâd edebilmek için;" veyâ "mısır orduları allah allah nidâları ile kahramanca israil'e saldırdırlar, akabinde de alllah allaaaah, allah allaaah nidâları ile, hayretlerini ifade ederek, koşa koşa döndüler," gibi hicivler, en meraksız kişiye bile sonuç hakkında bilgi verebilir.

nasır'ın arab birliği yaratma projesi gibi, kahraman birleşik arab ordularının muzaffer komutanı olma hevesi böylece israil'in 1948de elde ettiği toprakları bir kaç katına çıkarması ile neticelenmiş, arab itibarı pây-i mâl olmuştur. arablar bile, altı gün savaşı diye bilinen bu harbe "nâkısa" derler - yani eksiye geçiş! savaşa israil birliklerinin bir kaç kat fazlası arab kuvvetleri katılmıştır. esas müttefikler mısır, suriye ve ürdün'dür ama ırak ve saudîlerden, fas'a kadar muhtelif arab devletleri de, destek ve sembolik sayıda da olsa mücahid göndermişlerdir.

filsitinlilerin mâkus talihi, nâkısa ile büsbütün beter olmuş; hangi akla hizmet ise, yenilgiden sonra tek çare olarak uçak kaçırma, orayı burayı bombalama gibi şiddet eylemlerine yöneldikleri için, medenî dünya çapında nefret nesnesi haline gelmişlerdir. terörist yaftasının fayda sağlamadığını anlayıp, diplomasi yolunu benimsedikten yıllar sonra, bugün dahî çektikleri, o dönemde yarattıkları imaj neticesidir. ayrıca, o sıralar sığındıkları ürdün de, 1970 başlarında çok kanlı bir savaştan sonra filistinlileri topraklarından zorla kovmuştur.

hamas'ın sandık demokrasisi ile işgal ettiği gazze ( fatah'ın elindeki batı şeria gibi) de 1967 savaşında israil tarafından zaptedilmiştir.

nasır, nâkısayı müteakip istifa etmiş ama mısır halkı da arab dünyası da "biz senin gibisini bulamayız aman bizi bırakma!" diye yalvarınca, ölene kadar yerinde kalmıştır.

nasır'ın aslen uçan balon kıvamındaki itibarına en katkıda bulunan olaylardan biri de, bandung konferansının mimarlarından olmasıdır. "bağlantısılar hareketi" diye de anılan bu konferans çerçevesindeki gevşek örgütlenme, nato, cento, seato vs. ve varşova paktı (5) üyesi olmayan, çoğunlukla ya züğürt ya da petrol üreticisi "kalkınmakta olan" ülkeyi, dünya politikasında üçüncü bir kuvvet merkezi olarak tesis etmeyi amaçlamakta idi. nasır'ın en başta adı geçse de, bandung'un asıl lokomotif kurucuları hindistan'ın lideri jawaharlal nehru ile yugoslavya'yı tek başına ayakta tuttuğu öldüğünde anlaşılan josip broz tito idiler.

bu büyük "başarı"nın dünya barışına getirdiği en önemli katkı, birleşmiş milletler genel kurulu denen forumun tamamen öksürükten tayyare bir uluslararası kuruma dönüştürülmesi idi. kısaca, yardımla beslenen diktatoryalar meclisine dönen genel kurulun siyasî hükmü kalmayıverdi, halâ da yok...

haa, unutmadan, bandung örgütlenmesine verilen en yaygın isim de "üçüncü dünya" hareketidir. sadece üçüncü dünya deyiminin zihinlerde uyardığı içerimler, çağrışımlar bile nasır'ın başarısını tescil ve tevsîk etmeye yeter ama bizde buna da heveslenenler çıkacağına bahse hazırım.

hayrı dileyenin olsun.

--------
(1) mücellâ, parlak yüzey
(2) hani şu devrildikten sonra "yakında yalnız iskambil desteleri ile ingiltere'de krallar kalacak," deyen şişman adam.
(3) 1948, 1956 süveyş krizi, altı gün savaşı ve 1973 yom kippur savaşı.
(4) savaş sonunda israil neredeyse kahire'ye girmiş, mısır'ın asya'daki topraklarını, batı şeriâ ve gazze'yi, golan tepelerini ama en önemlisi kudüs'ü eline geçirmiştir. işgal ettiği toprakların bir kısmını hiç savaş kaybetmediğiğ halde, 1980 lerdeki menahem begin- anvar sadat yumuşaması sürecinde ve sonraki barış aşamalarında geri vermiştir. yâni, israil'in şu sıralar yeniden "işgal" ettiği gazze, zâten israil'in 1967'de zapt ettiği ve geri verdiği bir yerdir.
(5) zamanede sovyetler birliğini tanımayan çok, varşova paktı da komunist blok tarafından nato'ya karşı kurulmuştu.

öfke neyse de, akıl san'attır

tayyib efendi, gûyâ türkiye'nin sesini duyurup, derdini anlatıp, sorunlarına faydalı olabilecek görüş teatîsinde bulunup ülkenin etkinlik ve prestij alanını genleştirmek üzere gittiği davos'tan hamas hususî temsilcisi sıfatı ile şimon peres'i kaatil ilan edip "fatih" sıfatı ve ahmadınajad efendinin gönülden alkışları ile yurda döndü ya; aziz milletim fütühat şehveti ile farketmese de davos toplantıları ondan sonra da sürdü.

adı üstünde "dünya ekonomik forumu"... ve de dünya denen top şeklindeki gezegenin üzerinde kapitalist sistem açısından ciddiye alınabilir, kıymet-i harbiyyesi olan (1) herkes de davos'ta konuşmalarına, görüşmelerine, temaslarına devam ettiler. eh, insanlar davos veya benzeri toplantılara genelde, ülkelerinin ve/veya kurumlarının menfaati için giderler. el-alemin meşguk davâlarını savunmaya değil...

türkiye "kamuoyu" (2) uzun zaman davos'u bir "emperyalist zenginler kulübü" olarak tuuu-kaka ettikten sonra, bilhassa turgut özal'ın başbakanlık zamanında pek bir benimsedi. arkadan sair ve şair hukûmet başları da katıldı ise de, yiğidin hakkı yiğide, türkiye'nin davos'ta özal devrinde tadına vardığı kadar şaşaa, ancak tayyib efendi, gülsuyu ve şürekânın hakikaten başarılı batıya açılma harekâtını sürdürdükleri sırada yeniden yakalanabildi.

okur yazarlar için bunun da nedeni ortada: davos, kapitalizmin "esnek" ve "adaptif" karakterinin fikrî planda bir uygulama alanı. sadece bazı mes'eleler değil, muhtemel çatışma alanları ve onların nasıl aşılabileceği gibi konuların da perspektif içine alındığı bir düşünce pazarı (3).

türkiye, hele de kıbrıs'taki emr-i vâkînin dünyadaki sistematik açısından büyük bir risk oluşturmadığı anlaşıldığından, özellikle de yunanistan avrupa içinde kesin emniyete alındığından beri, ancak kapitalizm bünyesinde, o da bölgesinde üstlenebileceği işlevler açısından değerlendirilerek davos gibi forumlara davet edilir oldu. türkiye'ye böyle bir rol biçmeyi özal başarmış, bugüne kadarki iktidarlar onun mîrasını yemişlerdi. tayyib efendi, gülsuyu ve şürekâ, 11 eylül sonrasında şarka doğru bir mendirek, en azından bir köprü arayan global dalgaya da binerek, ülkenin konumunu bir kaç diş daha yükseltebildiler. yine de türkiye, davos için "olmazsa olmaz" değil, "olsa iyi olabilir" bir üye gibi kaldı

dolayısıyla, bizim hamas hususî mümessilinin "hışımla" haneyi terketmesi, davos görüşmelerinin sonu olmadı. talep esnekliği hayli düşük petrol gibi bir mala dayalı ekonomisine rağmen, gerçek rusya(lar) imparatoru rasputin vladimir putin'in korumacılığa hayır deyen nutkundan, çin'in daralan dünya pazarı yüzünden düştüğü paniği gizlemeye çalışan başbakanına kadar, pek çok önemli siyaset ve iktisat kaptanı geleceğe doğru seyir yapmanıın yöntemlerini ölçüp biçtiler

gelgelelim bu yıl, tayyib efendi hazretlerinin "haklı (!?) öfke"si dolayısıyla, türkiye hem global konularda hem de kendisini doğrudan ilgilendiren ekonomik ve siyasî sorunlarda "söyleyecek ya da dinlenebilecek sözü olmayan talî bir potansiyel merkez" konumuna geriledi.

hamas'ın bu işten kârı nedir bilmem ama geçelim bu gerilemeyi, sadece bu yıl orada dönen dolapların ve pazarlıkların dışında kalmak bile türkiye için önemli bir zarar sayılır.

benim işim türkiye yöneticilerine akıl vermek değil tabii, ama bir tarihî noktayı hatırlatayım okuyanlara: eğer o zamanlar sovyetler birliği olan rusya bir "hışım" güvenlik konseyi toplantılarını boykot edivermek gibi abidevî bir diplomatik ve siyasî budalalık yapmak yerine oturuma katılıp veto hakkkını kullansa, amerika zor çıkarırdı birleşmiş milletler'den kore'ye ortak müdahale kararını!..

öfkeyi bilmem ama akıl siyasette hakikaten san'attır!

--------
(1) bu, her katılanın kapitalist olduğu veya olması gerektiği anlamına gelmiyor tabii. sistem açısından taşıdığı ehemmiyet, negatif bile olsa, katılıma esas.
(2) doğru tâbir ile, ahalîsi tabii ki... ahalî de düşünebildiği oranda bir veya birkaç, çoğu zaman da homojen olmayan efkâr ürettiğinden, "kamuoyu" diye bir özne değil ancak nesne olabilir.
(3) hayır, fikirlerin ve tavırların birbiri ile kılıç çatıştırdıkları bir "arena" değil!..